Kapıcı Kezban'ın Ümidi
Tam olarak yaşından emin değilim ama annemden
belki bir yaş küçük belki bir yaş büyüktür. İsminin sonuna abla değil de başına
kapıcı gelmesi ona duyulan saygının ispatıdır. Kapıcı Kezban.
Bir yaz akşamı, oturduğumuz dairenin en üst
katındaki komşumuzun balkonundaydık. Bana göre balkondu ama büyük adamlar ona
teras demişlerdi ve apartmanın en seçkin ailelerinin akşam çayını içtikleri,
kadınların ucuz dedikoduları, erkeklerin ucuz kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı
gerçek bir tiyatro sahnesiydi.
Bir gürültüyle aniden ayaklandı herkes. Arka
mahallede bir eve odaklandık. Kapıcı Kezban’ın evi. Bağırışlar, küfürler,
kırılan cam sesleri, imdat çığlıkları. Annemin işaret parmağını hafiften ısırdığını
babamın kaşlarını kaldırıp dişlerini sıktığını görüyorum. Anlayamıyorum. Çocuk
aklım ermiyor ne yaşandığına. O evde yaşayan çocuklarla arkadaşlık ediyoruz.
Ağabeyim, Nesrinle ilgileniyor bende Melek’e karşı ilgi duyuyorum. Ama Melek
benden iki yaş büyük olduğu için –ki bu yaş farkı küçükken çok önemlidir- bana
pek karşılık vermiyor. Bir de Ümit var o evde. Beşiktaşlı Ümit. Yarın sokağa
çıktığımızda biz hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam edeceğiz. Ama onlar?
Onlar mutluymuş gibi yapacaklar, biz üzülmeyelim diye ya da bizden çekindikleri
için. Çünkü şeker hastası ve değneklerle yürüyen babalarından yedikleri
dayaklardan o kadar çok yıpranmışlar ki, yanlarında ellerimizi şaklatsak
korkuya kapılıyorlar.
- Neden böyle anne?
- Bilmem oğlum.
- Yazık değil mi? O adamı hiç
sevmiyorum. Zaten sakat, iyice bi dövelim bi daha yapmaz.
- Şşş sen karışma bakıyım büyüklerin
işine, deyip susturdu beni Aynur teyze.
İçimde adama karşı büyük bir öfke duyuyordum.
Abim ve arkadaşlarının yanına gidip. Adamı dövme planımı anlattım ama
korktular. Babalarımız bizi döver diye korktular. Planım suya düşmüştü ama
bundan böyle Ümit’i korumam altına alıyorum düşüncesine kapıldım. Mahallenin
lideriydim ne de olsa. Arka mahalle bizim alanımız olmasa da orada da saygıyla
karşılanan bir çocuktum. Gücümü babamdan ve ağabeyimden alıyordum. Korkusuzdum.
İşler ters giderse beni kurtarırlar düşüncesi beni daha da cesur kılıyordu.
Ümit’te ve ablalarında olmayan şey işte tam da buydu. Babasının şiddetinden
dolayı içlerine kapanmış, sinmiş ve çaresizlikten başka bir şey hissetmeyen
çocuklardı. Bizi onlardan daha güçlü yapan şey kaderlerimizdi belki.
Kendinden büyüklerin sürekli ayak işleri için
kullandığı Ümit’e bunu yapmaması gerektiğini söylediğimde yaşadığı endişeyi
aklımdan çıkaramıyorum. O minik gözlerdeki korkuyu gördüm. Unutamıyorum.
- Korkma olum, lan sen onların hizmetçisi misin? Bırak sigarasını kendi alsın. İbne herif kendi kardeşini bakkala göndermiyor seni gönderiyor.
- Ya bi şey olmaz alırım.
- E iyi sen bilirsin.
Sinirlenmiştim. Onu savunmaya aldığımın
farkında olmadığı için bana güvenemiyordu. Üstelik benim de karşı çıktığım adam
mahallenin delilerinden Yüksel’di. Hemen herkese bir şekilde korku salmıştı.
Son zamanlarda onların mahallesinde görünmemden rahatsız olduğundan benim
yaşıtlarımla aramı açmak için bin türlü oyun oynuyordu. Nihayet bir gün Ümit’i
görmeye gittiğimde çocuklardan biri ‘’bir daha bu mahalleye gelme lan’’ dedi.
Yüksel ve diğer çocukların gözü önünde –kaderin de bir cilvesi diyelim-
kafasını Ümit’in apartmanın merdivenlerindeki demir korkuluklara sokup dövdüm
çocuğu. Sonra Yüksel’e doğru döndüm. Yüzünde pis bir gülümseme vardı. Ümit’in
omzuna elimi atıp bizim mahalleye götürdüm. O günden sonra Ümit bana daha çok
güvenmeye başladı ve Yüksel’in ayak işlerini yapmayı bıraktı. Yüksel de bizim
mahalleye daha çok gelir oldu. Beni de baya sevmeye başladığını görüyordum.
Köpekleriyle oynamama izin veriyordu ki başka çocuklara izin vermezdi.
Zamanla Kapıcı Kezban’ın evindeki kavgalar
azaldı. Bazen iki haftada bir bazen ayda bir duyardık seslerini. Bir gün
apartman yönetimi günlük merdiven silme işinin haftada bir kez yapılmasını
kararlaştırdı. Ve okul dönüşü Kapıcı Kezban’ı merdivenleri silerken gördüm.
- Kolay gelsin Kezban abla.
- Sağol canım benim, çok teşekkür
ederim. Gel sana bir sarılayım.
Çamaşır suyu kokan eteği ve ıslak elleri
arasında kaybolmuştum. Gözleri doluydu. Hani dokunsan ağlayacak noktası var ya,
işte tam oradaydı. Yutkundu. Başımı okşadı. Eve giderken hayırdır lan niye beni
böyle sevdi ki bu kadın şimdi diye düşünüyordum. Yıllar sonra bu olayı anımsadığımda
ya oğlunu koruduğum için ya da ona Abla dediğim için bana öyle sarıldığını
düşündüm. Çünkü onu küçük büyük herkes Kapıcı Kezban olarak çağırır, kimse
saygı göstermezdi.
Yıllar geçtikçe çocuklar birbirlerinden uzaklaştı.
Artık birlikte oyunlar oynanmıyor, sadece karşılaşıldığında selam veriliyordu.
İşte dışarıda büyümemizi bekleyen dünya, bizden saflığımızı, mutluluğumuzu
alacak ve sahte mutluluklar satmak için mücadele etmemizi ya da ona hizmet
etmemizi isteyecekti. Evet, tam orada bekliyordu. Hepimizi yarışlara sokacak
olan dünya, Ümit’in küçük kalbinin daha fazla yorulmasını istememiş olacak ki
onu aramızdan aldı. Beşiktaşlı Ümit, yüreği büyük Ümit.
Cenazesinde annesinin yorgunluk ve çaresizliği
her halinden belli oluyordu. Belki yıllardır oğlunun büyüyüp babasına karşı
annesini savunacağı günleri hayal ediyordu. Ama olmadı.
Dünya üzerinde doğal mı yoksa insan eliyle mi
yapıldığını anlamak da güçlük çektiğim bu kast sistemi Kapıcı Kezban’ı asla ama
asla Kezban Hanım yapmayacak. Toplum ona hep acıyarak bakacak. Ve bir süre
sonra sadece bakacak. En sonunda ise hiç bakmayacak. Bilirsiniz ‘’Körler
imparatorluğunda gözü olmayan adam kral olur’’
(hayat,
devam edecek…)