22 Kasım 2015 Pazar

SANIRIM ÖZGÜRÜM

Doğum Günü


- Yahu sen nasıl bir karaktersizsin. Dört gün önce babanın doğum günüydü ve sadece bir gömlekle geçiştirdin. Şimdi kız arkadaşın için 2,400 liralık bir hediye ha? Sen adam falan değilsin oğlum.
- Ama yani sonuçta o da benim sevgilim.
- Ya bi s.tr git nolur ya. Sen böyle devam et, daha da bir şey demiyorum...

Hava da baya soğumuş. Kendi kendime konuşmayı bırakmam lazım millet deli olduğumu düşünüp ah vah ediyor gibi. Hadi be Erdo, nerdesin be kral götüm dondu burada. Şu Doğubank’ı da ezelden beri sevemedim. Tanıdığın olsa da olmasa da geçiriyorlar gibi hissettirir adama.

Aralık 20, sevgilimin doğum günü. Bugüne kadar hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp elimden ne gelirse yaptığım ve bir süredir birlikte yaşadığım kadın. Bana taşındığı gün mobilyaları almam için yardım ettiğinde ona telefon alacağıma dair söz vermiştim. Bunun için kenara koyduğum parayı kullanacaktım ancak yaklaşık bir hafta kadar önce yurtdışından misafirlerimiz gelince o paradan 600 lira harcamıştım.

Bugün özel bir gün, mutlu olmam gerekiyor ama değilim. Huzursuzum, tadım yok. Ailem ve onun arasında sıkıştım kaldım. Evet, ailem için de yaptığım fedakârlıklar oldu tabi. Ancak bu sefer durum başka. Hayatımda ilk defa birini ailemden önde tutuyorum. Hatta her şeyden daha önde. Ya buna layık değilse? Geçenlerde tartıştığımızda benim kendime güveni olmayan çocuksu bir budala olduğumu söylemişti. Yok canım, kızgınlığındandır o, gerçek olsa neden benimle birlikte olsun değil mi ama? Ulan acaba ağabeyimin dediği gibi, ya benim ona olan sevgimi ve ilgimi seviyorsa? Ya sadece bu hissi yaşamak için benimle birlikteyse? Olabilir mi acaba? Aslında mantıklı he, son ilişkisinde herif baya bildiğin ilgisiz bir odunmuş. Ama onu hala unutamadığını biliyorum. Öyle olmasa fotoğrafları hala neden saklasın? Ayrıca geçenlerde yine mesajlaşıyorlardı.

- Evet canım, mesajlaşıyorlardı ve işte sen böyle birine âşıksın. Hayır, âşık olmanı da geçtim kendini kullandırıyorsun. İşte böyle biri için feda ettiklerine bir bak. Ailen ve kariyerin. Futbol hayatının belki de tam sıçrama yaşayacağın döneminde küçük paralar için yanlış tercihler yapıp saçma sapan takımlarda futbol oynadın ve al sana sonuç. Şimdi alakasız bir tekstil firmasında sırf kulüp başkanı firmanın sahibi olduğu için çalışıyorsun hem de futbol oynuyorsun. Zaten doğru düzgün kazandığın bir para yok, olanı da yine ona harcıyorsun. Sen böyle devam et oğlum aynen böyle devam.
- Tamam ulan sus artık yeter, tamam. Biliyorum ne yaptığımın farkındayım. Bu hediyeyi de içime hiç sinmeden alıyorum. Söz vermiştim, sözümün arkasında durmalıyım. Ben en iyisini yapayım yanlış yapılacaksa o yapsın.
- Ya bir şeyi anlamıyorum, neden? Evet abi neden, buna ne gerek var ki?
- İşte buna cevap veremiyorum. Yok, bunun bir cevabı yok Allah kahretsin ki yok. Ama merak etme, her şey olacağına varır. Ailemi ihmal ettiğimi biliyorum, herkesi geçtim kendimi ihmal ediyorum, biliyorum. Ama düzelecek, her şey yoluna girecek.
- E hadi bakalım…



Ve artık Erdem de geldi!

- Ya kardeşim nerdesin sen, ulan dondum yahu, benim gibi bir adamı bu kadar bekletemezsin abiii.
- Haha kardeşim valla kusura bakma, bugün tahsilat günü biliyorsun.
- Neyse abi sorun değil hadi gidelim şu arkadaşın yanına da bir an önce alayım şu telefonu, daha balon falan almam lazım. Ulan hiç de anlamam bu süsleme işlerinden.
- Kardeşim zor işler bunlar bilirim, Allah kolaylık versin.
- Amin amin, ee sende ne var ne yok? Nasıl yengeyle aranız?
- Kim, ne yengesi?
- Ya yine mi abi? Valla ben böyle bir ilişki daha görmedim, ulan ayrılmak için buluşuyorsunuz sanki.
- Boşveeer kardeşim, umut, şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız. 
- Erdooo vurdu gol olduoo, şair ceketli çocuk seni. Abi şu Cem Adrian’ı nasıl seviyorsun, anlamıyorum. Hadi seni de geçtim Cumhur abinin neyine yaaa Cem Adrian? Abi sen kimsiin yaa? Haha
- Kardeşim götüreyim seni de bigün
- Valla bilmiyorum belki bir gün

Erdem; Vardar Spor’dan takım arkadaşım. Futbol camiası içerisinde nadir bulunabilecek adamlardan. Futbolu bıraktı ama amatör ligde gazetecilik yapıyor. Aynı zamanda muhasebeci. Bir liraya ihtiyacı olsa ve milyon lira emanet etseniz aklının ucundan bile o paraya dokunmak geçmez. Ailesinin borçlarını kapatabilmek için mesailere kalır, kendi için yaşamaz sanki. Aslında benzer yönlerimiz çok fazla. Belki de bu yüzden çok severiz birbirimizi. Bir de sürekli ayrılıp barıştığı bir sevgilisi var. Kız tam bir kariyer manyağı. Gözü yükseklerde ama aynı zamanda kendisini böyle saf bir şekilde seven adamı kaybetmek istemiyor. Sonuçta bu devirde ne kadar kaldık ki?
Herhangi bir konuda yardıma ihtiyacım olduğunda ilk aradığım isimlerin başında gelir Erdem. Sirkeci ve civarında onlarca mükellefi olduğundan her dükkânda mutlaka bir indirimi vardır. Ben de hem indirim yapabilecek hem de güvenilir bir telefoncu arıyordum.

- Selamunaleykum orta doğubank ve balkanların en hızlı telefoncusu
- Vaay, aleykümselam erdem başkan.
- Kardeşim telefonu ayarladın mı?
- Aynen abi burda, nakit olacak değil mi?
- Valla 1,800 lirası nakit geri kalanı kredi kartından çekebiliyor musunuz?
- Olur, abi ama tek çekim olur.
- Fark etmez olsun.

Telefon işini hallettim. Şimdi sırada süs eşyası falan filan almam lazım he pastayı da unutmayayım…

Saat akşam 11’e geliyor, metrobüs bu saatlerde biraz daha durgun. Oturabildiğim için şanslıyım. Yorgunum. Sırtımın tam ortası biraz da kalbimin sızısı canımı acıtıyor. İnsanlar ne kadar da bitkin görünüyorlar. Acaba neler düşünüyorlar şu anda. Mesela şu karşımda oturan kadın, kulaklığını taktıktan sonra nasıl bir transa geçiyor ve uzaklaşıyor metrobüsten? Onun yanındaki amca, elleri
kocaman, tırnakları pis, muhtemelen tamirci. Bu insanlar hayatlarından memnun mu? Acaba ben çok mu lüks yaşıyorum? Kimim ben? Bu insanlara da yardım etmeyi çok isterdim. En azından konuşabilmeyi, dinlemeyi belki sıkıntılarını paylaşmayı çok isterdim. Ama korkuyorum, bir kez sorsam biri ‘’sana ne ulan, manyak mısın nesin?’’ diyecek diye korkuyorum. Neyse çok da fazla düşünmeyeyim ben bunları. Bir an önce eve gidip şu hediyeyi vermek istiyorum ve uyumak istiyorum. Yarın cumartesi ve sabahtan yine işe gitmem gerekiyor.

Nihayet evdeyim. Heh iyi uyumuyormuş.

- Bitanem? Uyumamışsın.
- Evet, arkadaşımla skype’tayım. Neden geciktin?
- İdmandan sonra toplantı vardı bebeğim, hemen geliyorum.
- Hmm peki. Fırında yemek var açsan ısıtabilirim.
- Hayır, hayır aç değilim sen devam et, duşa giricem ben.

Ulan nasıl hazırlanır bu duvar süsleri falan, saat neredeyse 12 olacak doğum günü geçti ya resmen. Koş koş hadi acele et. Hass..tir bu ne lan? PAR-Tİ BU-RA-DA. Hay ananı s..yim ciddi olamaz bu ya, abi ben kıza ‘’happy birthday’’ dedim. Parti burada ne ulan!? Sıçtık. Daha en başından sıçtık. Neyse bırak şimdi partiyi, balonları şişir. En azından onların üzerinde happy birthday yazıyor. BOM! Ah ananı avradını! Lan nasıl dandik bi balon bu yaa!? Lan küçücük balon mu olur fazla mı şişiriyorum lan yoksa, iki kere üfledim patladı. Dur bi bakayım odada mı hala. He iyi hala konuşuyor. En iyisi banyoda şişireyim, yakalanmayım sürpriz bozulmasın. BOM! Tüh senin ben! Hass..tir ya gözüm de acıdı bu sefer.

- Zaya?
(Beni bu şekilde çağırır)
- Efendim.
- İyi misin ne oluyor orada?
- İyiyim bitanem, şey oldu şampuanı düşürdüm.
- Hmm ilginçmiş.

Şampuanı düşürünce bom diye ses çıkıyo değil mi salak herif? Ya sıçarım doğum gününe abi üç tane balon kaldı zaten elimde. Saat 12’ye on var. Ulan dur üç tane falan olsun en azından balon olsun, süs olsun. O bana ne güzel hazırlamıştı ruhum duymadı ulan. Bu kadınlar nasıl beceriyor bu işleri aklım almıyor vallahi. Bu sefer az üfleyeceğim. Heh iyi oldu bak bu sefer, demek bunlar küçük balonlarmış. Eveet bu da sonunc..BOM! aaaaah ah senin ananı avradını gelmişini…

- Zaya! Kapıyı açar mısın lütfen ne yapıyorsun orada!?
- Al açtım, a. Koyayım gözüm açılmıyor! Aaaaah lan Pazar günü maç var yaa! S..yim doğum gününü, al işte sana sürpriz yapacaktım. Al bu hediyen, bu pasta, bunlar balonlar! He dur bir de şu var!
- O ne?
- PARTİ BURADA!
- Hahahahahaha çok seviyorum seni! Hahaha of Allahım yaaa hahaha
- Ya gülme be ölüyorum burada zaten. Açsana paketi.
- Hahah tamam tamam peki. Bakalım ne varmııış. Ne!? Telefon almışsın! Ama neden yaptın! Paran yoktu hani!?
- Vardı, bunun için ayırmıştım. Hem önemli değil bu, daha iyilerini alabilmek istiyorum.
- Çok teşekkür ederim Zaya çok! Seni çok seviyorum.

Gece boyunca kahkahalar attık. Halim içler acısıydı. Sağ gözümü açamıyordum. Gözümden yaşlar geliyordu, doğru düzgün öpüşemedik bile. Her şeye rağmen mutluydum. Öyle veya böyle birbirimizi seviyorduk. Belki ben daha fazla seviyordum, ama engel olamadığım bir duyguydu bu. Uğruna her şeyi ve herkesi feda edebildiğim bir duygu…

(devam edecek…)

18 Eylül 2015 Cuma

SANIRIM ÖZGÜRÜM


Caner Bakkal

Mahallemizin yeni bakkalı. Otuzlu yaşlarında tam bir girişimci. Uzun boylu, hafif göbekli, dar omuzlu, biraz kambur, gevşek ağızlı bir herif. Kısa zamanda kendini sevdirmeyi başardı. Veresiye defterini ilk günden itibaren kullanmaya başlayarak tabi. 

Çocukken statlarda su satarak başlamış ticaret hayatı. Hani o 'buz gibi soğuk sudan içen' diyen tipler vardı ya, işte onlardan. Onu çocukluğundan beri tanıyanlar, sümüklü, uyuz bir tipti derler. Annem için örnek bir başarı hikayesi. Yılmadan, usanmadan çalışmış, okumamış ve ticaret yapmış. İki daire ve bir arabadan sonra bakkalı da satın alarak girişimlerine devam etmiş. Annem bize bunları anlatırken, işte adam olacak çocuk bokundan belli olur derdi. Biz de kardeşimle her sene tüm derslerimiz pekiyi ve takdir alarak eve dönerdik. Ha pardon, benim matematiğim genelde iyi olurdu. Ve bunu gören annem takdirimi beğenmez ve takdir etmez, matematik neden pekiyi değil derdi. Hiç sevindiremedik onu. 

Caner bakkal, günden güne artan sempatisiyle tüm mahalleyi ve civar mahallelerdeki müşterileri de kendine bağlamıştı. Müşterisine göre muamelede üstüne yoktu. Mesela bizi çok severdi, çünkü babam veresiye nedir bilmezdi. Ayrıca mahallenin eli yüzü düzgün çocuklarıydık, bize laf etmek biraz yürek isterdi. 

Bir gün top oynarken top yanlışlıkla bakkalın içine girdi. Topu almaya giden arkadaşıma öyle bir bağırdı ki tüm mahalle Caner'in sesiyle inledi. 

- Oğlum çimenlikte oynasananız ya lan şu topu! 

Oynasananızı duyunca güldüm tabi. Çok fırlamaydım, çocukların hatalarıyla alay eder, hatası olmayanı hataya zorlar, baktım olmuyor döverdim. 

- Burası bizim mahallemiz, sen git çimenlikte açsana bakkalını! Ver lan şu topu Rasim, kaleye geç Eyüp. Batistuta alıyor topu Batistuta vurduuuo kaleci Zubizaretta'dan döndüöö! 

Batistuta bendim. Her gün farklı bir isim olan Eyüp ise bugün Zubizaretta'ydı. Zavallı, saydığım isimlerin kim olduğundan habersiz ne desem yapardı. Caner bana bir şey söylemeden önce balkonlara göz gezdirdi, komşulardan bazıları olayı dikkatle izliyordu. Bunu görünce pis bir gülümseme takındı yüzüne, hani ben senin ebeni bir güzel yoklardım ama hadi komşulara dua et der gibiydi. Aslında komşular da benden nefret ederdi. Ukalaydım, herkese cevap yetiştirirdim, kimseyi dinlemezdim. Komşulardan ziyade babama güvenirdim. Adamın ağzına bir yumruk atar iki seksen yere sererdi, aslan babam. 

Zaman hızla ilerliyor, büyük marketler artık mahallemizin yakınlarına kadar geliyordu. İlk bakışta daha hesaplı gibi görünen büyük marketler yavaş yavaş tüm mahallenin ilgi odağı haline gelmişti. Bu durumda Caner tüm gün mahalleden geçenleri izler, ellerindeki poşetlere bakardı. Borcu olanın marketten alışveriş yaptığını görünce hemen kapıya çıkar;

- Ooo komşu nasılsın, hayırdır naptın böyle ya marketi mi satın aldın? 
- Haha yok yahu bir iki şey aldım işte, promosyon varmış da. 
- Ha iyi iyi, promosyon yapıcam bende yakında, tüm veresiye defterini kapatıcam.
- A Valla çok iyi olur haha. Şaka bir yana kısmetse ay başında kapatıcam borcumu.
- Yok abi sen yanlış anladın beni, ne demek yahu ne zaman istersen.
- Sağol sağol haydi selametle.

Bu diyaloglar günden güne artmaya başlayınca mahallenin en sevimsizi olmaya başladı Caner. Bakkalda o yokken yerine bakan yeğenini tokatladığı olurdu bazen. Ama yine de dışarıya karşı saygılı ve sempatik olmaya çalışırdı. 

Elime geçen parayı hemen harcama konusunda üzerime tanımam. Para beni rahatsız ederdi. Portakallı kornetin geldiğini görünce hemen aldım. Kornetimi eşsiz bir zevkle yerken bir bağırışla irkildim. 

- Laaan! Gel buraya! Şerefsiz seni! Napıyım lan ben seni şimdi ha!? Oğlum lan niye hırsızlık yapıyosun isteseydin verirdim! 
- Abi bırak abi nolur abi 
- Kaybol lan it! 

Kulağından yakaladığı küçük çocuğu hırpalıyordu Caner. Dondurma çalarken yakalanmıştı çocuk. Elimde eriyen dondurma kursağımda takıldı kaldı. Gözümde çocuğun yaşadıkları, kulağımda isteseydin verirdim neden hırsızlık yapıyorsun yalanıyla evin yolunu tuttum. 

Zalim bir dünyaydı. Acaba gerçekten çalmayıp isteseydi verecek miydi Caner? Acaba benden isteseydi verecek miydim yeni aldığım portakallı kornetimi. Sanırım hayır. Çünkü, bencillik odaklı, para odaklı, makam, mevki odaklı bir toplumda yetişiyorduk. Paylaşmayı, kardeşliği, samimiyeti unutuyorduk. 

Caner battı. Okul servisi işine girdi. Başarılı bir girişimci olduğunu söylemiştik. Yeğenlerini de yanına alarak iyi paralar kazandı. Ben de artık takdirden teşekküre ve sonra da zayıfsız sınıf geçmeye başlamıştım. Kim bilir belki de annemin istediği gibi bir girişimci olacaktım...


















15 Eylül 2015 Salı

SANIRIM ÖZGÜRÜM


Önsöz

Yazmaya küstükten sonra aklıma gelen binlerce düşünceyi nasıl yaktığımı, kaleme ve kağıda nasıl ihanet ettiğimi, bana zulmettiğini düşündüğüm kadere nasıl isyan ettiğimi anlatmayacağım. Sustum. Hep sustum. Konuştuğumu sananlar yanıldılar. Eğlendiğimi sananlar aldandılar. Acı, kahır ve isyan yüreğimin, ruhumun en derinlerinde kendini hep hatırlattı. Ve sonunda yaz dedi, anlat, paylaş yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını. Ne biliyorsan paylaş. Kim bilir bir gören olur, bir anlayan olur da belki yolunu bulur. Bunu görmek de seni mutlu eder zaten. Pekala dedim bende, başlıyorum öyleyse...

Karartı

Bir yatak odası bir oturma odasından ibaret bir evdi. Hayal meyal hatırlıyorum, tuvalette yıkanırdık. Küçük bir dünyamız vardı. En büyük eğlencemiz hep beraber izlediğimiz TV programlarıydı. 

Kardeşim ve ben oturma odasındaki çekyatlarda uyurduk. Bir gece aniden uyandım. Yatağının başucunda kardeşim bana doğru bakıyor ve gülümsüyordu. Karanlıkta çok zor seçebiliyordum hareketlerini. Beni yanına çağırdığında garip bir korku sardı içimi. Yavaşça yanına gittim, bir anda boğazıma sarıldı. Kuvvetli kollarından kurtulabilmek için bir süre mücadele ettim. Beni pencerenin önündeki koltuğa kadar sürükledi. Nefes almakta zorlanıyordum. Çok kuvvetliydi. Zaten yaşça da benden büyüktü. Ondan kurtulmanın imkansız olduğunu düşünüp kollarımı iki yana bıraktığımda, kardeşimin yatakta uyuyor olduğunu gördüm. Ve boğazımdaki eller yavaşça çekildi. Kardeşim sandığım karartı sakin bir şekilde odadan çıkarken, arkasından gittim. Dış kapının önünde durdu, bana döndü yüzünü ve gülümseyerek uzaklaştı. 

Borç Batağı

- Alo, merhabalar ben satılık eşya ilanınız için arıyorum. 
- Evet, buyurun.
- Şey, acaba sadece bulaşık makinesini almak istesem şey yapabiliyor musunuz yani sadece bulaşık makinesini alabilir miyim? 

Banka kredisi, kredi kartı ekstreleri, ev kirası, gecikmiş aidatlar, faturalar ve işsizlik. Nasıl çıkacağım bu işin içerisinden diye düşünürken eşyaları satmaya karar verdim. Bir liranın hesabını yaptığım sırada telefondaki kadın 10 bin liraya aldığım beyaz eşyalarımdan sadece bulaşık makinesini istiyordu. Takımı bozarsam fiyat düşecek diye düşünüp;

- Hayır hanımefendi eşyaları ya toplu halde ya da takım olarak satıyorum. 
- Ay öyle mi, tüh yani aslında çok ihtiyacım var ama bir şey yapamaz mısınız yani benim için? 

Of Allah'ım kim bu kadın, kimsin ki senin için bir şey yapayım çattık yahu, ulan zaten herkes anamı soruyor beni umursayan yok diye söylendim durdum telefonu kapattıktan sonra. 

- Üzgünüm efendim. Hoşça kalın. 

Karnım da acıktı. Dünden kalan çorbayı ısıtıp iş aramaya devam edeyim bari. Mutfağın hali de içler acısı. Tezgah yağ içinde, yığınla kirli bulaşık var. Neredeyim ben, ne yapıyorum burada aklımı yitirmek üzereyim. Neyse tamam toparlanmalıyım evet evet kendime gelmem lazım böyle olmaz. 

Çorbamda mis gibi lezzetli olmuş. Ulan ne zaman eve bir misafir davet etsem, iğrenç olursun. Kendim için yaptığımda yediğim en lezzetli yemek olursun. Seni de anlamıyorum çorba! Telefon çalıyor yine, ağız tadıyla yemek yiyemedim haftalardır. İnsan en kötü şartlarda bile, yemek yerken rahatsız edilmek istemiyor. Aman neyse cevap vereyim de şuna zaten nefret ediyorum şu melodiyi duymaktan. Özellikle borçluyken pek bir sevimsiz çalıyor. 

- Efendim. 
- Üstat ne yaptın yahu?

Oof of! Emlakçı Güntekin. Evi kiralarken bana kefil oldu diye her hafta en az 3 gün arar. Aslında bana kefil olmamıştı. İşime kefil olmuştu. Tanımaz etmez beni, evi kiralamadan ona göre en önemli bilgi yaptığım işti ki bu şekilde ödemelerde sıkıntı olup olamayacağını kestirecekti. İyi giyiniyordum, diksiyonum düzgündü ve konuşurken güven veriyordum karşımdakine. Bir ayakkabı firmasında satınalmacıydım altı üstü. Ev sahibinin aslında bekara ev vermediğinden, ödemeler konusunda çok titiz olduğundan bahsetti durdu evi gezdirirken. Ama neyse ki beni beğendiğini ve kefil olacağını söyledi. Ev sahibini hiç görmedim. Sonraları acaba ev sahibi bu herifti de benden emlakçı komisyonu koparabilmek için emlakçıyı mı oynuyor diye düşünmedim değil. Ancak olan olmuştu artık. Eve yerleşmem bir haftamı aldı, ev temizliği, eşyaların taşınması, abonelikler derken en sonunda yeni daireme yerleşmiştim. Neyse uzatmadan konumuza dönelim. 

- Ha iyiyim ağabey sen nasılsın? 
- Hamdolsun be koşturmaya devam işte. 
- İyi iyi bu yaşta bu enerji imreniyorum vallahi yalan yok, maşallahın var. 

Bu adam altmış yaşlarında, eski İstanbullu, zamanın hızlılarından. Emekli olduktan sonra hacca gitmiş namaza falan başlamış ama hala bakımlı ve iyi giyimlidir. Böyle tipleri iyi bilirim, bir iki tatlı söz duyunca pek mutlu olurlar. Zor durumdaysan yardımcı olmazlar ama en azından idare ederler. Zaten benimde ihtiyacım olan beni idare etmesi olduğu için her konuşmamızda muhakkak onun ne kadar dinç ne kadar yakışıklı olduğuna değinirim. 

- Hahah yok be evlat bizden geçti artık. Ya bak ne diyeceğim, geçen sizin kapıcı aradı beni aidatlarla ilgili. Hayırdır ağabey bir sorun mu var? 
- Ha aidatlar, biliyorum yahu onu o şey değil halledeceğim ikisini bir kapatacağım onları bu ayın on beşinde. 
- He iyi, aman ağabey biliyorsun ev sahibi çok titiz bu konularda zaten kapıcıyı da tembihlemiştim bir sorun olursa ilk beni arasın diye. 
- Yok ağabey herhangi bir sorun yok, geçen ay maaşlar biraz geç yattı. O yüzden gecikti. Sıkıntı yok yani. 
- Tamam canımcığım oldu o zaman öperim gözlerinden. 
- Sağol sağol ağabey eyvallah. 

Bu adamın hacılığı da bir garip. Aman neyse ben çorbamı içeyim. Buz gibi olmuş, içemem artık. Kalk oğlum kalk duşunu falan al hazırlan annene git, hem sıcak bir şeyler yersin hem de biraz uzaklaşırsın viraneden. 

(Devam edecek...) 

1 Aralık 2013 Pazar

Gerçek'ten Mi?


Hayallerimin çok uzağında, büyük binaların arasında, sahte yetişkin davranışları, bilgisayar oyunlarıyla mahvolmuş çocukların şımarık çığlıkları, işine, evine, eşlerine koşturan, böcekler gibi araçlara doluşturulan sürü. Gerçek hiç bu kadar gerçek olmamıştı...

Profesyonel futbol yaşantımın ilk yıllarında kazandığım küçük paralarla aileme destek oluyordum. Orta seviye bir aileydik. Babamın tek başına sırtladığı ev ekonomimiz kendini döndüren durumdaydı. Çalış, kazan, öde, geçin. Bu dörtlünün ne anlama geldiğini fark ettiğimde on yedi yaşındaydım. Üniversite sınavından başarıyla ayrılmış İstanbul Üniversitesi Radyo-Tv ve Sinema bölümünü kazanmıştım. Fakat bir karar vermem gerekiyordu. Ya iş yeri kapanan ve işsiz kalan babamı ağır bir yükün altına sokacaktım ya da tüm gücümü futbol için harcayıp ailemin daha iyi şartlarda yaşamasını sağlayacaktım. Daha çok çalış, daha çok kazan, daha rahat yaşa, daha mutlu ol. Artık hedefimi belirlemiştim. Sadece ve sadece futbol oynayacak, hayatımı, hayatlarını ve hayatları kurtaracaktım. 

Kimdim ben? Bir peygamber mi yoksa melek mi yoksa büyük bir günah işlemiş de onu telafi etmeye çalışan biri mi? Sonuncusu beni tanımlamaya en yakın olandı. Daha önce yaptığım hataları yapmayacak, daha iyi biri olacaktım, daha güçlü, daha mutlu. Bu uğurda karşıma ne çıkarsa çıksın sabredecek ve hedefe varacaktım. Hedefim insanlığa yardım etmekti. İnsanları bir an dahi olsa mutlu etmekti. Bende olanı hep paylaşacak, hep daha çok nasıl yardım ederim, bunları düşünecektim. Ünlü bir futbolcu olduğumda evliliğimi bile kimsesizler yurdunda yetişmiş bir kadınla yapacaktım. Kaderin onlara yaşattığı zorlukları kolaylaştıracaktım. Fakat bunu gerçekleştirebilmek için kaderle mücadeleye gireceğim hiç aklımdan geçmemişti. Sanıyordum ki, kader, böyle bir plana hayır demeyecek ve destekleyecekti ama olmadı. Desteklemedi, üstelik karşı koydu. Sanki zorluk istercesine, sanki kötülük severcesine engel oldu bana. Karşıma çıkardığı kötü insanları güçlü, beni de hep güçsüz ve yalnız bıraktı. Günlerce, gecelerce, göz yaşlarım sel oldu, haykırışlarım göklerde duyuldu da kader razı olmadı. 

Başımdan neler geçmedi ki, anlatsam kitap olur derler, doğrudur, anlatsam kitap olur. Ki olacaktı, ama kader buna bile razı gelmedi. Sayfalarca yazdıklarımı kaybettim bir gecede; bir gecede kül olan evimizin küllerine karıştı yazdıklarım. Futbola küstüğüm gibi, hikayemi yazmaya da küstüm. Başımdan geçenleri konuşmaya da küstüm. Hayata küstüm. Yaşamaya. Hayallere. Hayallerimde yardım ettiğim insanlara, onlar için yaptığım çalışmalara, döktüğüm göz yaşlarına, sabrettiğim, dayandığım acılara, her şeye küstüm. 

Gerçekle karşılaştıktan sonra, kendimi bulduğum tekstil firmasında çalış, kazan, öde, geçin dörtlüsüyle daha mutsuz, daha yalnız, daha güçsüz ama daha gerçek bir hayatı tanıdım. Kendi hayatımı, gerçeklerin hayatını...









25 Ekim 2013 Cuma

Fart Filter


Hey! It's been long time, yes I know, I couldn't post, sorry me guys, I am writing a book, a life story, a scenario while working and playing football, It is not that easy ha? Many thanks that you all got me. Okay guys here we go...

Today, while surfing on the internet, something amazed me, really. What is it? I know you all are excited to know, okay, just calm down guys. This invention will save our noses. It is called Fart Filtering. Yes, you heard right. With a carbon cloth into rear panel of the underwear, people's farts will be neutralized and nobody will be affected by your fart. 

It is a product for everybody, because everyone farts. For example check this video out, you will see how man and woman try to grab that underwear! http://www.youtube.com/watch?v=pCmSa8v7ahc

For now this panel only handle with the smell but soon it will handle with the sound also, researchers are working on it. So guys, after now, you can fart however and whereever you want, it won't ruin anything, on the contrary it will make that moment more enjoyable. 

Don't be scared of farting, don't fart inside, let it out loud nothing will happen. Enjoy it guys! 


12 Ağustos 2013 Pazartesi

Motorama Dinleyin!


Önceleri kimselerin dinlemesini istemediğim bir grubu tanıtacağım sizlere.

Rus rock müziğinin en iyi çıkış yapan grubu Motorama, 2012'de çıkardığı Calendar albümüyle kulakların pasını silmeye devam etmekte.
Her ne kadar onları çok sevdiğimden ötürü paylaşmak istemesem de, bu kalender yüreğim dayanamadı ve yine mutluluğu paylaşmaya karar verdi. Arkadaşlar şiddetle dinlemenizi tavsiye ediyorum.
Pişman olmayacağınızdan eminim.

http://www.youtube.com/watch?v=2Hl7eDKRo5I In your arms
http://www.youtube.com/watch?v=O4G3xeidco4 During the years

ve devamı için http://www.youtube.com/watch?v=9Uv7RgmPUik

Kucak dolusu sevgilerle,
Hoşçakalın, müzikle kalın (:

7 Ağustos 2013 Çarşamba

KOMUTAN


3.BÖLÜM

Yulya gönderdiği mesajda hafta sonunda Tanya ve kızlarla ev partisi yapacaklarını söylüyor ve özür diliyordu. Ben mesajını yanıtlamadım. İçimde sadece büyük bir öfke vardı. İntikam almak istiyordum.

Hafta sonu neler yaptıklarını içeren bir video kaydı elime ulaştı. İzlediğim görüntülerde Valerya, Sergey ve bir adam alkol alıyordu. Bir süre sonra Sergey ve Yulya öpüşmeye başladı derken adam çantasından çıkardığı bir şeyle Yulya’yı bayılttı. Sırt üstü yatırdıkları koltukta adam sorular soruyor ve Valerya notlar alıyordu. Bu gördüklerime inanmak istemiyordum. Ekranın ta içine girmiştim neredeyse. Bir şeyler yapıp Yulya’yı bu lanet adamların ellerinden kurtarmalıyım diye düşünüyordum. Fakat yine de içimdeki ses onun bu alçaklara karşı koyabilmesi gerektiğini söylüyor ve ona karşı yine beni intikam almaya zorluyordu. Çok karmaşık duygular içerisindeydim. Nasıl bir olayın içerisinde kendimi bulduğumu anlamaya çalışırken komutan beni odasına çağırdı.

- Gel evlat otur bakalım. Şaşkınlığını anlıyorum fakat maalesef bilgiler bu yönde. Şimdi ne istiyorsun söyle bakalım?
-  Komutanım ben, bilmiyorum. Kafam inanılmaz karışık, ne yapacağımı bilmiyorum. Bu insanlar benim kız arkadaşımı kullanıyorlar. Hem de en ahlaksız işlerle. Ve o da bunlara karşı koyamıyor.
- Bak evlat onu kurtarmana yardım edeceğim. Askerliğin haftaya bitiyor. Yurtdışına çıkışta sorun yaşamayacaksın. Ama çok sıkı bir plan yapacağız. Seni şu anda sadece askerliğini yapan aptal bir âşık olarak görüyorlar. Senin oraya gidecek olmandan rahatsız değiller. Bu güzel. Yani düşmanlarını tanımıyorlar. Daha doğrusu bir düşmana sahip olduklarını bile bilmiyorlar. Ama en küçük bir hata yaparsan affetmezler. Bu büyük bir oyun ve onlar sadece küçük bir parçasından sorumlular. Senin de kız arkadaşın ve belki de eşin olacak insan maalesef bu grubun pençesinde.
- Peki, planınız nedir? Nasıl kurtarabilirim onu?
- Bu ekibin en korktukları şey, Nikolay’ın ellerinden kaçması. Adam çok zeki ve politik yönden de güçlü. Bizim amacımız İsrail istihbaratının bilgi trafiğini yavaşlatmak ve tek darbeyle durdurmak. Öyleyse kız arkadaşının meşgul olacağı problemler ortaya çıkarmalıyız.
- Ne gibi problemler komutanım?
- Oraya gitmeden ne yapman gerektiğini söyleyeceğim merak etme. Ve dikkat etmen gerekenleri de. Şimdi kendini bu göreve iyice hazır hissediyor musun söyle bakalım?
- Evet komutanım.
- Güzel. Öyleyse yolun açık olsun.
- Sağolun komutanım.


Askerlik görevimin son haftasında aldığım kargolarla adım adım ne yapacağımı öğreniyordum. Kendimi güçlü fakat yine de tedirgin hissediyordum. Ailemi düşündükçe neden böyle bir işe bulaştığımı, annemin sözünü dinlemem gerektiğini, bu kızın benim için hayırlı olmadığını düşünmek tedirginliğimi artıyordu. Fakat Yulya’ya olan sevgim bir anne, bir baba gibi şefkat doluydu. Onu yalnız ve çaresiz bırakamazdım.


Eve dönüş

4 saatlik otobüs yolculuğum sona erdiğinde beni karşılamaya gelen babamın sevinci gözlerinden okunuyordu. Uzunca bir aradan sonra ailemi gördüğüm için çok mutluydum. Bir an her şeyi unuttum. Ve onlarla geçirdiğim iki gün boyunca hiçbir olumsuzluk hissettirmeden Moskova yolunu tuttum.

Sabaha karşı beni hava alanında bekleyen sevgilimi görünce hissettiğim o duyguyu tanımlayamıyorum. Bir saat içerisinde kaldığı eve gitmemiz gerektiğinden sarılma merasimimiz kısa sürdü. Beni evine bırakıp okula gitmesi gerekiyordu çünkü. Okuldan dönmesini beklerken izlendiğimi bildiğim için olağan halimin dışına çıkmıyordum. Şüphe uyandırmamak adına çekmeceleri kontrol etmedim. Sadece uyudum ve bir şeyler atıştırdıktan sonra müzik dinledim. Yulya’nın okuldan dönmesini beklerken yeniden uyumuşum. O geldiğinde kapının sesine uyandım. Gülümsedik. Birbirimizi çok özlemiştik. Hiç bir şey sormadım hayatıyla ilgili. Anın tadını çıkarıyorduk. Her anımızın izlendiğini bilmek çok tedirgin edici bir durum olsa da kendimi en iyiyi verebilmek adına zorluyordum. Her şey doğal haliyle ilerliyordu. Zaman zaman yaşadığımız tartışmalar bile doğal gibi gözüküyordu. Aslında amacım ardımda problemlerimizle boğuşmak zorunda kalan bir kadın bırakmak ve yavaşlattığım bilgi ağının üzerine darbeyi indirmekti.

Ertesi gün Tanya’yla bir alışveriş merkezinde buluşacak ve Yulya’yı bekleyecektik. Alışveriş merkezinin dört kapısı vardı ve ben Tanya’nın geleceği kapıyı biliyordum. Daha önce izlediğim videolarda Yulya’yla buluşmaları hep güney kapısından olmuştu. Haliyle ben güney kapısında onu beklemeye başladım. O beni görüp yanıma geldiğinde bir tesadüfmüş gibi davranıp ona sıkıca sarıldım. Sevgilimin lezbiyen sevgilisine sarılıyordum. Bir an görüntüler aklıma gelince midem bulandı fakat fark etmesin diye sarılmaya devam ettim. Birlikte Yulya’ya hediye aldık. Onun çok sevdiği bir zekâ oyunuydu. Yulya geldiğinde çok mutluydu. Bir kafede üç sevgili oturduk. Gülümsüyordum. Aklıma gelmezdi böyle bir durumla karşılaşacağım. Hatta bir an Sergey ve Valerya’yı da bizimle hayal edince beni bir gülme tuttu. Neyse ki şakalar yaparak onları da güldürdüm ve iyi toparladım.

Günlerim Yulya ve arkadaşlarıyla yaptığımız eğlencelerle geçti. Tam on gün boyunca Sergey ve Valerya’nın bilgi ağını kesmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Kız arkadaşımın yenilendiğini görüyordum. Gözleri parlıyordu. Bu kızı kurtardığımda her şeyin çok güzel olacağına dair umutlarımı tazeleyerek evimin yolunu tuttum.



DEVAM EDECEK...

31 Temmuz 2013 Çarşamba

KOMUTAN


2. BÖLÜM

Yeni haftayla birlikte yenilenmiş ve intikam hırsıyla dolmuştum. Fakat nasıl intikam alabileceğimi bilmiyordum. Komutanın odasına girdim ve durumu anlattım. Sakin olmam ve beklemem gerektiğini söyledi. Beklemeye başladım. Her gün bir tane zarf mutlaka geliyordu. Artık her anını izlediğim Yulya’nın fotoğrafları, ses kayıtları, evindeki video kayıtları, yattığı adamlar, her şey ama her şeyi izler hale geliyordum. Beni en çok şaşırtan ise en yakın kız arkadaşlarıyla yaşadığı lezbiyen ilişkilerdi. Bunlardan biri Novgorod şehrinde yaşayan Valerya bir diğeri de üniversiteden yakın arkadaşı olan ve kendisiyle aynı şehirde Moskova’da yaşayan Tanya’ydı. Valerya’dan nefret ediyordum. Onu ilk gördüğüm günden beri ısınamamıştım. Sergey’in yakın arkadaşı olduğunu biliyordum. Dolayısıyla zaman zaman kız arkadaşımla buluşuyor olmaları beni huzursuz ediyordu. Nitekim izlediğim videolardan sonra nefretim iki katına çıkmıştı. Tanya’nın kız arkadaşıma olan yakınlığı farklı türdendi. İlk zamanlar onun lezbiyen olabileceğini düşünmedim dersem yalan söylemiş olurum. Dolayısıyla izlediğim görüntülerden sonra onun da lezbiyen olduğu tescillenmiş oluyordu. Fakat anlayamadığım tek şey, nasıl oluyordu da kız arkadaşımın geçmiş bilgileri ve görüntüleri veya kayıtları bana ulaşıyordu. Ben söylemeden önce takip mi ediliyordu ki diye sormak üzere komutanın yanına girdim. Fakat soru soracağımı önceden bilir gibi eliyle sus işareti yaptı ve yine sinyal bozucu aletleri belli noktalara yerleştirdi. ‘’ Şimdi konuşabilirsin’ dedi.

Komutanım nasıl oluyor da bu eski görüntüler elinize ulaşıyor?
Bak evlat, bilmediğin çok şey var. Fakat endişelenme adım adım öğreneceksin. Şu an için tek söyleyeceğim şey durumun sandığın kadar basit olmadığı. Ayrıca bilgileri de Rus istihbaratındaki dostlarımızdan alıyoruz. Beklemeye ve öğrenmeye devam et.
Emredersiniz komutanım! Diyerek odadan ayrıldım. Rus istihbaratı kendi vatandaşlarıyla ilgili böylesine bir bilgi trafiğini neden sağlasın diye düşünüyordum. Fakat acele etmeyip beklemeye karar verdim. Zaten başka seçeneğim de yoktu. Bu arada da kız arkadaşımın şüphelenmemesini sağlamak adına onu arıyor, tatlı mesajlar gönderiyordum. Bazı hafta sonları internet üzerinden görüşüyorduk. Her şey yolunda gidiyordu. Askerlik sonrası onu ziyarete gideceğimi söyledim. Şaşırdı fakat pek mutlu görünmüyordu. Sanırım o sırada Sergey’i nasıl atlatacağınışünüyordu.
                                                                           
Askerliğimin bitmesine bir ay kalmıştı. Geleceğime ve geleceğimize dair en ufak bir fikrim yoktu. Gelen kargolar ve aldığım bilgilerden sonra nasıl bir yol izleyeceğimi düşünüyorken bir zarf daha aldım. Yulya’nın öğretmenlik yaptığı okulun müdürünün içerisinde bulunduğu uyuşturucu trafiği hakkında bilgiler içeren zarfı okurken dehşete düştüm. Okul müdürü Nikolay, zehirlediği birkaç ‘serseri’ öğrencisini dışardan gelen esrarın içeriye girişinde ve satışında kullanıyordu. Çok sıkı denetlenen eğlence mekânlarındansa okulda satış yapmak zekiceydi. Nikolay’ın serserileri günden güne arkadaşları arasında bu ağı genişletiyordu. Takibe yakalanan Yulya’nın Valerya’yla yaptığı telefon görüşmesi aynen şöyleydi:

Yulya: Selam canım nasılsın?
Valerya: Harika bebeğim sen!? Çok özledim seni! Sevişmek için can atıyorum!
Yulya: Ahaha hiç havamda değilim Val!
Valerya: Neden ne oldu!?
Yulya: Bugün iki öğrencimi birbirlerine küçük bir poşet verirken gördüm. Sanırım kokaindi. Yakalandıklarını fark ettiler fakat hiçbir şey olmamış gibi davrandılar. Ne yapacağımı bilemiyorum! Daha çok küçük bu çocuklar! Ailelerine mi söylemeliyim yoksa polise mi yoksa müdüre mi bilmiyorum!
Valerya: Aptallaşma! Sakın kimseye bir şey söyleme. Bak canım anlıyorum seni fakat bu çocuklar çok tehlikeli olabilirler. Böyle bir şikâyet durumunda hiçbir ceza almayacaklarını çok iyi biliyorlar. Çünkü onlar daha çocuk! Ve sen yalnız yaşayan genç bir kadınsın! Anlıyor musun ne demek istediğimi?
Yulya: Evet,evet anlıyorum fakat ne yapmalıyız? Kafamızı kuma mı gömelim herkes gibi?
Valerya: Canım dinle, hafta sonu buraya gel konuşuruz detaylı bir şekilde hem fena halde azdım, seni düzmek istiyorum!
Yulya: Orospusun sen! Yine beni baştan çıkarmayı başardın! Ah ama bir dakika Cumartesi günü Ali’yle konuşacaktık internette. Buraya geliyor bir ay sonra! Çılgın Türk!
Valerya: Salak Türk demek istedin herhalde!? Arkasından ne işler çevirdiğini bilse bu çılgın Türk’ün sana neler yapabileceğini unutmuyorsundur umarım.
Yulya: Merak etme tatlım, her şey kontrolüm altında. Bana o kadar âşık ki, gözü hiçbir şey görmüyor. Eh bana da bunu kullanmak kalıyor.
Valerya: Neyse ben anlamam bul bir yolunu ve buraya gel! Novgorod yanıyor bebeğim!
Yulya: Tamam tamam haber vereceğim sana. Görüşürüz.
Valerya: Görüşürüz.

Bu okuduklarımdan sonra komutanın yanına gidip artık daha fazla bilgi almak istemediğimi söylemek üzereydim ki masanın üzerine bıraktığım zarfın içerisinde bir kâğıt parçası daha olduğunu gördüm.

Valerya, İsrail istihbaratına çalışıyor. Yulya üzerinden okul müdürü Nikolay’ı takip ediyor ve uyuşturucu trafiğini izliyordu. Sergey, Valerya’nın Moskova’daki ayağıydı. Ve aralarında geçen bir telefon görüşmesi aynen şöyleydi:

Sergey: Bizim kızın aptal aşığı can sıkıcı bir noktaya geldi. Adam evlenmekten falan bahsediyor. Ne yapalım dersin?
Valerya: Bence herhangi bir şey yapmaya gerek yok. Sonuç olarak bu kızın iki tane sevgilisi var. Biri senin gibi bir öküz, diğeri de romantik bir âşık.
Sergey: Öküz mü!? Ben gayet iyi bir sevgiliyim.
Valerya: Dinle, sen onun sevgilisi falan değilsin. Bu sadece bir görev. Bu kız sende olmayan özellikleri o Türk’te bulurken, onda olmayanları da sende buluyor. Haliyle ikinizi hatta ve hatta beni ve Tanya’yı idare ediyor. Bir bakıma o da bizi kullanıyor. Biz istediklerimizi aldığımız sürece bir şey yapmamıza gerek yok. Alamayacağımızışünüyorsan, Türk’ü ve Tanya’yı aradan çıkarabilirsin. Fakat bana kalırsa bunu yaparsan onun düşeceği boşluğu tahmin ediyorsundur. Uzunca bir süre bilgi akışımız yavaşlar ve o orospuçocuğu Nikolay’ı elimizden kaçırırız! Anlıyor musun!?
Sergey: Anlıyorum bağırmana gerek yok.
Valerya: Güzel, öyleyse zekânı bu kızdan daha fazla nasıl yararlanabilirsin ona kullan.
Sergey: Peki madam! Görüşürüz.
Valerya: Görüşürüz. 


DEVAM EDECEK...