1 Temmuz 2013 Pazartesi

Bu Olayda Bir Mihrak Var!

Selam.

31 Mayıs ve sonrasında yaşananlara büyük resimden bakmaya çalışacağım bir yazı olacak. 

Ben de yaşanan olaylara tepkimi verdim. Gaz bombalarına ve tazyikli suya maruz kaldım fakat geri çekilmedim. Çünkü ses çıkarmıştık ve bu ses artık duyulmalıydı. Bunu yaparken çok masumduk. Fakat bir yandan bu olayları yaşarken bir yandan da katılımcı grupları gözlemliyordum. Dikkatimi  ilk çeken 'marjinal gruplar' olmuştu. Evet, bu gruplar vardı. Yüzleri maskeli gayet profesyonellerdi. Hatta uygun adım marş ve yumruklar havada yürüyorlardı. Taksim’de bu grupların çatışmaları hâkimken, Beşiktaş'ta Türk bayrakları ve Mustafa Kemal'in askerleri Taksim'e doğru yürümekteydi. Yürüyüş sırasında 10.Yıl Marşı ve Gençlik Marşı sıklıkla söyleniyordu. Gümüşsuyu Askeri Hastanesi önünden geçerken askerin selamlanması ve alkışlanması bana yıllar önce NATO'nun ülkeye girişi ve öncelikle bizi askeri yönden destekleyişini ve bunu yapmalarındaki birincil tespiti hatırlattı. ''Türk halkı asker sever' 

Konudan konuya atlamak istemiyorum fakat doğru bir tespittir bu. Türk halkı her daim askeri sevmiştir. Darbeleri, darbe öncesi ve sonrası oluşumları unutmuş, görememiş ve her zaman askerini kendisi gibi dürüst ve vatansever görmüştür. Çünkü böyle göstermek gerekir. Küresel çete bir ülkeyi ele geçirmek istediğinde askeri ve polisi birbirine düşürür. Savaştırır ve sonra savaşı ayırmak adına o ülkeye gelir ve yerleşir. Elbette Türkiye'de bu durum emsallerinden farklıdır. Çünkü biz zaten kendi gönül rızamızla NATO'ya girmiş ve sonra Kore'de ABD adına savaşmış, daha sonra bütün üslerimizi NATO ve ABD kullanımına açmış bir ülkeyiz. Öyleyse bizi ele geçirme gibi bir planları zaten olamaz. 

Peki, ne amaçlıyor bu küresel çete ve temsilcileri? Şimdi tekrar Gezi Park'ına dönelim. Sosyal medyayı ve meydanları izleyelim. Özellikle ön plana neden!? Taksim'in çıkarıldığına bir göz atalım.

Çok değil 11 Mayıs'ta Reyhanlı Patlamasından sonra meydanlarda en ufak bir hareketlilik yoktu. Fakat Hatay karışmıştı, tabi yazılı ve görsel medyada yer bulamadılar. Sosyal medya da o sıralarda eski sevgiliye yazılan tivitlerle doluydu. Tabi insanlar meydanlara çıkmasalar da dost sohbetlerinde endişelerinden, ülkenin gidişatındaki memnuniyetsizliklerinden söz ettiler. Ve sonra Gezi Park’ına müdahale ve derken bu endişe birikimi yaşayan grupların toplu isyanı haline gelen eylemler! Her şey buraya kadar doğal akışında seyrediyordu. Muhalefet sokaklara dökülmüştü. En gür ses ‘Mustafa Kemal’in Askerleri’nden geliyordu. Hal böyle olunca duruma müdahale etmek gerekti. Sadece polis gücü kullanılmadı alanlarda. Aynı zamanda medya yoluyla başlatılan psikolojik harekât, küresel çetelerin uzantılarının özellikle Taksim’e gelişi ve bir anda ‘Türk Baharı’ yaşanıyor borazanlığı. Tüm bunlar öyle güzel işleniyordu ki, insanlar yine verilen tepkinin asıl amacından saptırılmış ve gruplara ayrılmıştı. Birden Taksim’in hemen her yerinde bazı duvar yazıları ve semboller belirdi. OTPOR bunların başını çekiyordu ve tabi OCCUPY etiketleri sosyal medyada en çok ön plana çıkanlardı. Bilinçli ve bilinçsiz milyonlarca insan #occupygezi dedi ve OTPOR’un yumruğunu kullandı.

Kimdir bu OTPOR? Bunlar yüzeysel ifadelerle, dünyadaki turuncu devrimler ve Arap Baharının finansörleri ve destekleyicileri olarak tanımlanıyorlar. Bizim ülkemizde de kendilerini özellikle Taksim’de gösteriverdiler. Tabi Türk milleti zekidir! Bu oluşumlardan haberdar olanlar onları hemen tanıdı ve bir iki adım geri çekilerek olayları izlemeye başladı. İktidara yakın isimler bu iddiaya sıkı sıkıya!tutunmuş bir biçimde, bu olaylar ‘dış mihrakların’ işidir diye ağızlarından salyalar saçarak haykırmaya başladılar. Haliyle aslında bir halk hareketi olarak başlayan bu eylemler, bir anda dışarıdan desteklenen ülkeyi karıştırma ve istikrarsızlaştırma hareketi olarak yorumlandı.

Ben herhangi bir örgüte veya sivil toplum kuruluşuna bağlı değilim. Benim komşularım, kardeşim, çocukluk arkadaşlarım da öyle. Bizim gibi binlerce insan da o meydanlardaydı. Ve biz çoğunluktaydık. Fakat medya yoluyla tanıtılan ‘marjinal gruplar’ın da yer aldığı bu eylemlerde bir anda azınlığa dönüştük. Sonra ne mi oldu? Gruplara müdahale edildi. Aslında bize müdahale edildi. Taksim’de bunlar yaşanırken Ankara’da ve diğer tüm illerde eylemler sert şekilde bastırıldı. Oralarda bulunamayan OTPOR nedense Taksim’de adından sıkça söz ettirdi. Ve kahraman! Türk Polisi, dış mihraklar tarafından kışkırtılmış halkına müdahale etti. Gezi Olaylarının sonucu bu şekilde yazıldı.

Bu yaşanan olayların ardından iktidarın tavrı bana ABD’nin Irak’ta hiç bulunamayan nükleer silahları arayışını ve Afganistan’da hiç bulunamayan Usame Bin Ladin’i arayışını hatırlattı. Şimdilerde sivil polisleri vasıtasıyla iktidara karşı ses çıkaran herkesi ‘dış mihrak’ bunlar diyerek gözaltına alıyorlar. Sonra da mahkûm edeceklerdir, şüphe yok. Çünkü bu ülkenin hukuk sistemi kirli oyunlara alet edilmiş durumda. Batıya entegre olalım derken, doğruluktan ve en önemlisi bağımsızlığımızdan ödünler vermiş durumdayız. Ve büyük resme bakıldığında maalesef bu topraklar, Omar Bradley’in yıllar önce söylediği gibi ‘Asya’daki çatışma alanlarından sadece biridir.’

Ayrıca bir nabız yoklama hareketi olarak tanımlanabilecek bu olayların ardından yapılan açıklamalar iktidarın içerisine düştüğü çıkmazı gözler önüne seriyor. Sırtını ABD ve AB’ye dayamış olan tüm iktidarlar, onların isteklerine karşı geldikleri takdirde bir bir düşmüşlerdir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ülkemiz açısından baktığımızda, en önemli müttefikimiz olan ABD’den sanayileşme kredisi alamayan Menderes’in Sovyetlere göz kırpması sonucu yaşanan darbe, Ecevit’in Kıbrıs Harekatı sonrası uygulanan ambargo, Demirel’in yine Sovyetlere göz kırpan hamleleri sonrası iktidardan al aşağı edilişi gibi bir çok örneğin sıralanabileceği dünya politikasında, ya onlardansındır ya da düşman anlayışı hâkimdir. Bu doğrultuda yaşanan onca kışkırtmaya rağmen Suriye’yle savaşın bu kadar gecikmesi belli ki küresel çetenin canını sıkmış ve onların planlarına ters düşmekte. Öyleyse zaten kurulduğundan bu yana gruplara ayrılmış bir ülkeyi kışkırtmaktan ve birbirine düşürmekten daha kolay bir şey olamaz. Tekrar belirtmek istiyorum. Gezi Parkı ve tüm ülkeye yayılan eylemler bir dış mihrak işi değildi. Fakat sonradan, evet bariz şekilde meydanlarda onları da görür olduk. Şimdi bu olayları dış mihrak işi görmek sadece, gerçekleri görmekten kaçınmaktır ve yine asıl dış mihraklara hizmet etmektir.

Büyük planın uygulayıcılarına en güzel cevabı verebilmek için onlardan daha zeki olmamız şart. Akıl gücünün ön plana çıktığı bütün gruplar tek bir çatı altında birleşmeli ve en doğru yolları izleyerek yönetimlere gelmelidir. Tüm dünya için gerekli olan bu adım atılmadığı takdirde, bugün Süper Güç olarak tanımlanan ülkelerin yerle bir olduğuna şahitlik edeceğiz. Ve yerlerine yeni Süper Güçlerin geldiğini göreceğiz. Fakat sistem hiç değişmeyecek.


Gözlerin, gönüllerin ve akılların dört açılması dileğiyle, hoşçakalın…

Hiç yorum yok: