Selam.
31 Mayıs ve sonrasında yaşananlara büyük resimden bakmaya çalışacağım bir
yazı olacak.
Ben de yaşanan olaylara tepkimi verdim. Gaz bombalarına ve tazyikli suya
maruz kaldım fakat geri çekilmedim. Çünkü ses çıkarmıştık ve bu ses artık duyulmalıydı.
Bunu yaparken çok masumduk. Fakat bir yandan bu olayları yaşarken bir yandan da
katılımcı grupları gözlemliyordum. Dikkatimi ilk çeken 'marjinal gruplar'
olmuştu. Evet, bu gruplar vardı. Yüzleri maskeli gayet profesyonellerdi. Hatta
uygun adım marş ve yumruklar havada yürüyorlardı. Taksim’de bu grupların
çatışmaları hâkimken, Beşiktaş'ta Türk bayrakları ve Mustafa Kemal'in askerleri
Taksim'e doğru yürümekteydi. Yürüyüş sırasında 10.Yıl Marşı ve Gençlik Marşı
sıklıkla söyleniyordu. Gümüşsuyu Askeri Hastanesi önünden geçerken askerin
selamlanması ve alkışlanması bana yıllar önce NATO'nun ülkeye girişi ve
öncelikle bizi askeri yönden destekleyişini ve bunu yapmalarındaki birincil
tespiti hatırlattı. ''Türk halkı asker sever'
Konudan konuya atlamak istemiyorum fakat doğru bir tespittir bu. Türk halkı
her daim askeri sevmiştir. Darbeleri, darbe öncesi ve sonrası oluşumları
unutmuş, görememiş ve her zaman askerini kendisi gibi dürüst ve vatansever
görmüştür. Çünkü böyle göstermek gerekir. Küresel çete bir ülkeyi ele geçirmek
istediğinde askeri ve polisi birbirine düşürür. Savaştırır ve sonra savaşı
ayırmak adına o ülkeye gelir ve yerleşir. Elbette Türkiye'de bu durum
emsallerinden farklıdır. Çünkü biz zaten kendi gönül rızamızla NATO'ya girmiş
ve sonra Kore'de ABD adına savaşmış, daha sonra bütün üslerimizi NATO ve ABD
kullanımına açmış bir ülkeyiz. Öyleyse bizi ele geçirme gibi bir planları zaten
olamaz.
Peki, ne amaçlıyor bu küresel çete ve temsilcileri? Şimdi tekrar Gezi
Park'ına dönelim. Sosyal medyayı ve meydanları izleyelim. Özellikle ön plana
neden!? Taksim'in çıkarıldığına bir göz atalım.
Çok değil 11 Mayıs'ta Reyhanlı Patlamasından sonra meydanlarda en ufak bir hareketlilik
yoktu. Fakat Hatay karışmıştı, tabi yazılı ve görsel medyada yer bulamadılar.
Sosyal medya da o sıralarda eski sevgiliye yazılan tivitlerle doluydu. Tabi
insanlar meydanlara çıkmasalar da dost sohbetlerinde endişelerinden, ülkenin
gidişatındaki memnuniyetsizliklerinden söz ettiler. Ve sonra Gezi Park’ına
müdahale ve derken bu endişe birikimi yaşayan grupların toplu isyanı haline
gelen eylemler! Her şey buraya kadar doğal akışında seyrediyordu. Muhalefet
sokaklara dökülmüştü. En gür ses ‘Mustafa Kemal’in Askerleri’nden geliyordu.
Hal böyle olunca duruma müdahale etmek gerekti. Sadece polis gücü kullanılmadı
alanlarda. Aynı zamanda medya yoluyla başlatılan psikolojik harekât, küresel
çetelerin uzantılarının özellikle Taksim’e gelişi ve bir anda ‘Türk Baharı’ yaşanıyor
borazanlığı. Tüm bunlar öyle güzel işleniyordu ki, insanlar yine verilen
tepkinin asıl amacından saptırılmış ve gruplara ayrılmıştı. Birden Taksim’in
hemen her yerinde bazı duvar yazıları ve semboller belirdi. OTPOR bunların
başını çekiyordu ve tabi OCCUPY etiketleri sosyal medyada en çok ön plana çıkanlardı.
Bilinçli ve bilinçsiz milyonlarca insan #occupygezi dedi ve OTPOR’un yumruğunu
kullandı.
Kimdir bu OTPOR? Bunlar yüzeysel ifadelerle, dünyadaki turuncu devrimler ve
Arap Baharının finansörleri ve destekleyicileri olarak tanımlanıyorlar. Bizim
ülkemizde de kendilerini özellikle Taksim’de gösteriverdiler. Tabi Türk milleti
zekidir! Bu oluşumlardan haberdar olanlar onları hemen tanıdı ve bir iki adım
geri çekilerek olayları izlemeye başladı. İktidara yakın isimler bu iddiaya
sıkı sıkıya!tutunmuş bir biçimde, bu olaylar ‘dış mihrakların’ işidir diye
ağızlarından salyalar saçarak haykırmaya başladılar. Haliyle aslında bir halk
hareketi olarak başlayan bu eylemler, bir anda dışarıdan desteklenen ülkeyi
karıştırma ve istikrarsızlaştırma hareketi olarak yorumlandı.
Ben herhangi bir örgüte veya sivil toplum kuruluşuna bağlı değilim. Benim
komşularım, kardeşim, çocukluk arkadaşlarım da öyle. Bizim gibi binlerce insan
da o meydanlardaydı. Ve biz çoğunluktaydık. Fakat medya yoluyla tanıtılan
‘marjinal gruplar’ın da yer aldığı bu eylemlerde bir anda azınlığa dönüştük.
Sonra ne mi oldu? Gruplara müdahale edildi. Aslında bize müdahale edildi.
Taksim’de bunlar yaşanırken Ankara’da ve diğer tüm illerde eylemler sert
şekilde bastırıldı. Oralarda bulunamayan OTPOR nedense Taksim’de adından sıkça
söz ettirdi. Ve kahraman! Türk Polisi, dış mihraklar tarafından kışkırtılmış
halkına müdahale etti. Gezi Olaylarının sonucu bu şekilde yazıldı.
Bu yaşanan olayların ardından iktidarın tavrı bana ABD’nin Irak’ta hiç
bulunamayan nükleer silahları arayışını ve Afganistan’da hiç bulunamayan Usame
Bin Ladin’i arayışını hatırlattı. Şimdilerde sivil polisleri vasıtasıyla
iktidara karşı ses çıkaran herkesi ‘dış mihrak’ bunlar diyerek gözaltına
alıyorlar. Sonra da mahkûm edeceklerdir, şüphe yok. Çünkü bu ülkenin hukuk
sistemi kirli oyunlara alet edilmiş durumda. Batıya entegre olalım derken,
doğruluktan ve en önemlisi bağımsızlığımızdan ödünler vermiş durumdayız. Ve
büyük resme bakıldığında maalesef bu topraklar, Omar Bradley’in yıllar önce
söylediği gibi ‘Asya’daki çatışma alanlarından sadece biridir.’
Ayrıca bir nabız yoklama hareketi olarak tanımlanabilecek bu olayların
ardından yapılan açıklamalar iktidarın içerisine düştüğü çıkmazı gözler önüne
seriyor. Sırtını ABD ve AB’ye dayamış olan tüm iktidarlar, onların isteklerine
karşı geldikleri takdirde bir bir düşmüşlerdir. Tarih bunun örnekleriyle
doludur. Ülkemiz açısından baktığımızda, en önemli müttefikimiz olan ABD’den
sanayileşme kredisi alamayan Menderes’in Sovyetlere göz kırpması sonucu yaşanan
darbe, Ecevit’in Kıbrıs Harekatı sonrası uygulanan ambargo, Demirel’in yine
Sovyetlere göz kırpan hamleleri sonrası iktidardan al aşağı edilişi gibi bir
çok örneğin sıralanabileceği dünya politikasında, ya onlardansındır ya da
düşman anlayışı hâkimdir. Bu doğrultuda yaşanan onca kışkırtmaya rağmen Suriye’yle
savaşın bu kadar gecikmesi belli ki küresel çetenin canını sıkmış ve onların
planlarına ters düşmekte. Öyleyse zaten kurulduğundan bu yana gruplara ayrılmış
bir ülkeyi kışkırtmaktan ve birbirine düşürmekten daha kolay bir şey olamaz.
Tekrar belirtmek istiyorum. Gezi Parkı ve tüm ülkeye yayılan eylemler bir dış
mihrak işi değildi. Fakat sonradan, evet bariz şekilde meydanlarda onları da
görür olduk. Şimdi bu olayları dış mihrak işi görmek sadece, gerçekleri
görmekten kaçınmaktır ve yine asıl dış mihraklara hizmet etmektir.
Büyük planın uygulayıcılarına en güzel cevabı verebilmek için onlardan daha
zeki olmamız şart. Akıl gücünün ön plana çıktığı bütün gruplar tek bir çatı
altında birleşmeli ve en doğru yolları izleyerek yönetimlere gelmelidir. Tüm
dünya için gerekli olan bu adım atılmadığı takdirde, bugün Süper Güç olarak
tanımlanan ülkelerin yerle bir olduğuna şahitlik edeceğiz. Ve yerlerine yeni
Süper Güçlerin geldiğini göreceğiz. Fakat sistem hiç değişmeyecek.
Gözlerin, gönüllerin ve akılların dört açılması dileğiyle, hoşçakalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder