3 Mayıs 2012 Perşembe

Kibir


Kendini eleştirmeye gücün yoksa yandın demektir...

Bak dostum, hayat senin sandığın kadar basit değil. Sadece dünya için yaşasan bile basit değil. Hadi diyelim sadece dünya nimeti istiyorsun. Ödünler vereceksin. İnsani bütün değerlerini göz ardı edeceksin, etmek zorundasın. Ta ki bir noktaya gelinceye kadar. Hedefine ulaştıktan sonra insanlara sattığın o 'iyi' özelliklerinin aslında sende bulunmadığını sadece alışkanlık ve pişmanlık arasına sıkışmış olan yaşantının boşlukta kalmış çırpınışları ve feryatları olduğunu ancak ve ancak sen bilirsin. Fakat öyle bir kibir vardır ki sende, kendini yenemezsin, soru bile sormazsın kendine korkarsın alacağın cevaptan. Endişe edersin elde ettiklerin elinden gider diye. Oysa çok yakında seni beklemektedir ölüm. Biriktirdiklerinin hepsi elinden gidecektir en iyi sen bilirsin. Fakat artık geri dönülmez yolda olduğunu düşünürsün. İnsanlar seni farklı tanımıştır, sen ki, önünde saygıyla eğildikleri, sen ki, malının mülkünün hesabını bilmeyen, sen ki, istediği her şeye ulaşabilen biriyken, nasıl olur da kendi ellerinle elde ettiğin veya koruduğun tüm bu gücü ve serveti yine kendi ellerinle yerle bir edip ölmeden ölümü göze alabilirsin. Öyle güçlü bir duvardır ki bu ördüğün, onu yıkmaya senden başkasının kudreti yoktur. Yapamazsın. O yüzdendir ki, 'yılanın başı küçükken ezilir' derler. Eğer yaşlanmadan önce, eğer henüz yolun başındayken ezseydin içindeki bu hırsı ve kibri, şimdilerde gerçek mutluluğun tadına erişmiş olurdun. Gülümsemen bile değişirdi. Öyle sevimli olurdun ki, seni görenler sendeki iyilik alametlerini görürdü. Fakat şimdi yüzünde endişenin izleri var. Ölüm korkusunun izleri var. Ve tüm bu izleri gizlemek için kullandığın 'iyilik' maskesi var. Oysa sen iyi biri değilsin, bu kullandığın maskenin malzemesi kibirden. İçinde öyle güçlü bir ses var ki, her gün, her an pişmanlıklarını yüzüne vurmakta. 'Ah ne olurdu, ne olurdu tekrar başa dönseydim de dünya nimeti elde etmek için verdiğim ödünlerin, aşağılık işlerin aksini yapsaydım. Bir hamal olsaydım keşke, bir kuru soğanla ekmekle yetinseydim. Şimdi kendimi yargılayıp malımı mülkümü versem ne fayda, ölüm yaklaşmış her an kapımı gözlemekte. Gizlice içime akıttığım gözyaşları da kurtarmaz beni, pişmanlıklarımdan doğan iyiliklerim de.'

Yıllar boyunca unuttuğun, ikinci plana attığın, görmezden geldiğin, işitmezden geldiğin gerçekler gün gibi yüzünü göstermeye başladığında ne yapacağını bilemezsin, kimsenin yardım edeceğinden umudun yoktur. İşte o kıyamet anında 'annenin bile çocuğunu unuttuğu', kimsenin kimseye faydasının olmadığı o anın bir benzerini yaşarsın. Güneşin batıdan doğmasına ne hacet, nice hayatlar gözünün önünde sona erdi de ders mi aldın? Hala bir alamet mi beklersin? Senin kıyametinin alameti işte kapında bekleyen Azrail, artık sana ömrünün hesabı sorulduğunda sen susacaksın, yaptıkların konuşacak. Aleyhinde şahitlik edecekler. Yaptığın iyilikler bile konuşacak da riyakarlığını yüzüne vuracak.

Henüz bu anları yaşamamış olanlar da şöyle diyecekler 'Yıllarca hep aynı masallar anlatıldı, her kitapta her filmde bu temalar işlendi. Bu masallar, bizden aşağıda olanların kendini avutmalarından, kuru bir ümitten başka bir şey değil.'
Hep aynı masallar anlatıldı evet, siz de hep aynı yanıtı verdiniz. Zaten yanıtınız değişseydi masalın da konusu değişirdi...

Hiç yorum yok: