26 Mayıs 2012 Cumartesi

Jean-Paul Sartre / Bulantı - La Nausee



Selamlar canlarım, şekerlerim, parelerim hepinizi öperek yazıma başlıyorum. Bu hafta tırtıklanmayı bekleyen kitabımız, Jean Paul Sartre’ın Bulantı’sı.

Biraz araştırma yapıldığında hemen hemen her yerde aynı yorumları bulacaksınız kitapla ilgili; varoluşçuluk. Evet kitabımızın kahramanı Antoine’in günlüklerinden derlenmiş bir kitap bu. Ve varoluşçuluk felsefesinin anlatıldığı, içerisinde ilginç anıların da bulunduğu sürükleyici bir klasik. Bir iki noktaya değinip finalde kendi yorumumla bitircem ona göre hazırlıklı olun.

Kitapta sıklıkla rastlayacağınız bir olgu ‘var olmak.’ Nedir arkadaş bu ‘var’lık ne kadar saçma yeaaa, sakin ol şampiyon gibi salak yorumlar yapanlarınız bu yazıyı bırak okumayı yakınından geçirmesin gözlerini ve hatta bloguma girmesin bile. Her boku bildiklerini sanıp aslında sıçtıkları boku bile bilmeyenlerdir onlar. Mümkün olsa da onların hepsinin suratına tükürsem. Bundan dolayı baştan söylüyorum, ben bu felsefik yaklaşıma karşıyım kaldi ki onların ispatlayamadığını ben de ispatlayamam.

Onlar akıllarını kullandıklarını öne sürerek aslında insanın varlığının bir amacı olmadığını, ortada dolaşan bütün değer ve inançların insan eliyle yaratılmış olduğunu savunuyorlar. Her şeyden önce benim Allah inancıma aykırı olan bu anlayış üzerine uzun uzun düşündüm. Araştırma yaptım diyemem çünkü bunun için senelerimi vermeliyim. Doğruyu bulmak senin sandığın kadar kolay olsaydı yani bir arkadaşımdan duydum yeaa yok böööyle bi hikâye yalan bunlar yalan gibi yaklaşsaydım zaten yazmaktan utanırdım.

Şimdi yazarımız diyor ki, insan sadece vardır. Belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan, olduktan sonra kendini nasıl yaparsa öyle olur. Evet uğurcum burada biraz duralım ve düşünelim. Evet, doğdum, kendimi bi ailede buldum. Onların telkinleriyle büyüdüm. Yani kurallar koydular, sınırlarımı belirlediler evet. Sonra bir amacım olması gerektiği söylendi ve okula gönderildim. Okuma amacım bittikten sonra çalışma amacım karşıma çıktı. Sonuç itibariyle okuma amacını seçmeyip kötü sayılabilecek yolları tercih edebilir ve kendimi kötü biri yapabilirdim. Ama ben iyi olanı seçtim. İyi mi? Peki bu yolun iyi bir yol olduğunu kim belirledi? Varoluşçuluğun şiddetle karşı çıktığı Din mi? Dini inançları kuvvetli biri için bu sözlerin hiçbir önemi yok. Çünkü o, var olan her şeyin Allah tarafından yaratıldığına ve amaçları olduğuna inanır. İspatlayamasa bile inanır. İmkânım olsaydı da sorsaydım Sartre’a peki, hangi insanlar belirledi bu sınırları? Düşüncenin ve davranışların hayatın tümünün sınırlarını insan mı belirledi? İnsan bu soruya yanıt vermekten acizken, size göre aslında siyah rengin bile siyah olmadığı onu insanın yarattığını söylerken, delili nerdedir? Binlerce soru sorabilirim ki bu sorularımın çoğunu araştıracağım kesin. Yoksa kafayı yerim, siz bişeyler öğrenin diye uğraşmıyorum, umurumda değil buradan mesaj vermek falan. Ben  yazıyorum sadece, kendim için yazıyorum. Yazdıklarımdan mesaj almak isteyen varsa alıyodur zaten. Ben şunu çok merak ediyorum, biz Adem ve Havva’dan çoğaldığımıza inanıyoruz. En azından dinlerin hepsi varoluşu bu şekilde anlatıyor. Peki var olduktan sonra, çoğalma işlemleri gerçekleştikten ve kabileler halinde dünyaya yayıldıklarında atalarımız, hangi dili konuşuyorlardı? Şimdi Adem ve Havva’nın çocukları anne ve babalarının dilini konuşuyorlarsa, onların çocukları da aynı dili konuşacaklardı. Peki ama dünyada neden farklı farklı diller var? Bu yazı biraz kitap tanıtımından çıktı farkındayım fakat kafayı yemek üzereyim, doğruyu öğrenmek istiyorum. Doğruyu bilmek için ölmem gerektiğini biliyorum. Evet çünkü inancıma göre tüm doğruları, aramızdaki tüm ihtilaf edilen hususları Allah açıklığa kavuşturacak. Çünkü kendisi Kuran’da böyle buyuruyor. Zaten bu noktadan sonra soru soramıyosun, çünkü sorduğun bu tip soruların cevaplarını alamıyosun, çünkü onu sadece Allah’ın bildiğine inanıyosun. Ama sen buna inanıyosun, diğer yanda adam uzaylı olduğunu bilmem kaçıncı boyuttan geldiğini falan söylüyo, kendince o da varoluşa bir açıklama getiriyo, tabi bi hikaye buluyo kendine göre hal böyle olunca gerçekleri öğrenip açıklama isteğiyle yanıp tutuşuyosun.  

Sartre insan sadece vardır derken, insanın aslında yalnız bir birey olduğunu diğer insanların da yalnız olduklarını vurgulamış, bu yalnızlık ona korku vermiştir. Bu noktada kendisine katıldığımı söyleyebilirim. Evet, aslında her birimiz yalnız bireyleriz. Sadece hayatlarımıza bir süreliğine insanlar veya nesneler katarak yaşantımızı sürdürüyoruz. Belli amaçlar doğrultusunda bunu yapıyoruz. Bu durumu ikiyüzlü bir yaklaşım olarak gören yazar bundan tiksinti, kendi deyimiyle bulantı duyuyor. Yani bir ilişkide bile aslında amacın sadece bedensel ihtiyaçları gidermek olduğunu fakat ‘aşk, sevgi’ gibi duygu ve anlamların yüklenerek hayvanlıktan insanlığa geçişin sağlandığını öne sürüyor. Yani aslında seni çok seviyorum, sen benim yaşama sebebimsin diyen adam iki ay sonra nasıl da öküz oldu diyosun ya, işte Sartre diyo ki, bu adam zaten öküzdü, sen de bunu biliyodun, o seni sözleriyle aldatırken sen de bile bile aldanıyordun.

Varoluşçuluk felsefesinde çevredeki her şey yargılanabilir; hatta onlara kişilik bile kazandırılabilir. Cansız varlıklarında bir ruhu olduğuna onların da bu dünyada insanların içerisinde yaşadıklarını düşünüyor ve hatta bu varlıkların insanları etkilediğini savunuyor yazarımız.

Kitapta da rastlayacağınız üzere her türlü bilimci, nesnel ve analitik yaklaşıma karşı çıkarlar. Onlara göre insan önce var olur, sonra özünü yarattığını dile getirir. Yani sabit ya da değişmez özsel bir doğamız yok. Gayet kendimizi istediğimiz hale getirebiliriz. Şimdi bu düşünceyi en basit anlamda değerlendirdiğimde, ne yani, felsefe yaptığın uğruna kitaplar yazıp akıl çürüttüğün konu sana var oluşu böyle mi açıklıyor diyebilirim. İnsanın kendi iradesiyle kararlar alıp uygulaması bilinmeyen bi durum veya açıklanamayan bir şey değil. Ne var ki bunu varoluşunun temeli olarak sunmak, bana gerçekleri bilmeyen insanın çırpınışı olarak geliyo.
Bana kalırsa insanın varoluşuna kafa yorana kadar, tiksinti duyduğu konu üzerine araştırma yapsaydı gerçekten çok şeyler değişirdi. Yani insanın kaypaklığı üzerine bir yazıdan söz ediyorum. Evet, büyük bir kaypaklık, yalnız kalmaktan korkan bizler, çıkarlarımız doğrultusunda ilişkiler kurarız ve sürdürürüz veya bitiririz. Ama bizler, evrende bulunan birçok şeye kendimiz anlam vermişiz. Şimdi bu düşüncenin arkasından biraz tartışmak gerek. Yani yazarımız bize dinler de dahi bütün kâinatın yaratıcısının insan olduğunu mu göstermek istiyor? Evet, yani insan evrimleşerek, bugünkü çağa kadar geldi öyle mi? Peki o zaman şunu sorucam islamiyetle birlikte o çağ ve sonraki tüm çağlar için açıklayıcı bir kitap olan Kuran varken, sen bilim insanlarını yakmıyor muydun? Nasıl bi evrim lan bu, bi türlü insan olamıyoruz, hadi hepsini geçtim bilgi ve teknoloji çağının zirvelerindeyiz artık, bunca savaş, zulüm, açlık, kötülük neden hala var? Varoluşçu felsefeniz batsın bana bunları açıklayın. Ve bu evrendeki ahlaki kuralların da insanlar tarafından yaratıldığını savunurlar. Öyleyse bu evreni yaratan bi yaratıcı falan yok, biz yarattık bu evreni ya da kendi kendimize olduk nesneler gibi. Bu düşünceyi benimsememe olanak yok maalesef. Diyorum ya ben bi düşünür vs. biri değilim, aha senin gibi bi insanım, evet varım, düşüncelerimle varım, ilkelerimle varım, yaptıklarımla varım. Bunları yaparken de bir amacım var. Katil bile olsam cinayetimin bir amacı var. Amaçsız değilim.

Bizim ülke insanına ağır gelebilecek bi kitap, şimdi niye küçümsüyosun sen bizi tribine girmeyin, siz de benim kadar iyi biliyosunuz araştırmayı ve düşünmeyi sevmediğinizi. Aslında sevmemek demeyelim buna, çünkü düşünmeye vaktiniz yok. Öyle güzel düzenlenmiş ki bu oyun,  sizler görevlerinizi belirleyip rolün en iyisini oynamaya çalışıyosunuz. Bundan dolayıdır ki, ülkemde felsefe düşünürler pek rağbet görmüyor. Nerde bi aldatmalı aşk hikâyesi var, nerde bi terörle ilgili dizi veya tartışma programı var böyle yüksek ses tonlu hani kimsenin kimseyi dinlemediği sadece konuşan ağızlar var ya işte o programlar. Haliyle bana ne kardeşim var olmak da neymiş, işte geldik gidiyoruz, sen de düşünme çok, sonra kafayı yersin falan dersiniz. Zaten en meşhur insan yaklaşımıdır, hakkında bilgisi olmadığı halde fikir yürütür ve bundan utanmaz bile, içten içe yahu ben konuşuyorum da bildiğim bişey yok, ama boşver nasılsa anlamıyolar konuş gitsin en azından biliyo sanırlar.

Canlarım fazla uzatmadan bitiriyorum. Kitabı okumanızı ve biraz olsun araştırmanızı tavsiye ediyorum. İnşallah benim toplumum düşünen bir toplum olur. Her ne kadar olumsuz örnek görsem de, yine de bir umut besliyorum işte. Kocaman öpüldünüz şekerler… 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

eyvolle :)