''ÇİNLİLER KAFAYA
DAMLATILAN SUYU BULMUŞLAR, FRANSIZLAR SESSİZLİĞİ''
Selam benim biricik okurlarım. Hazırladığım haftalık program
çerçevesinde bundan böyle Salı günleri klip irdeleme, Perşembe günleri kitap
tırtıklama ve Cumartesi günleri haftanın öne çıkan tüm gelişmeleri üzerine
tespit ve yorumlarla, eğer günümdeysem Pazar günleri de hikayelerimle karşınızda
olucam. Hepinizi çok çok öpüyor ve
bugünkü yazıma başlıyorum, haydi rastgele.
Benim hayat hikâyeme çok yakın olması sebebiyle ilk kitap
tırtıklama bölümünde Henri Charriere’ nin Papillon - Kelebek isimli romanını
sizlere anlatıcam.
Yaşanmış gerçek bir olayın anlatıldığı romanda, yazarımız
bir kadın satıcısının öldürülmesi olayıyla suçlanır ve suçlu bulunup ömür boyu
kürek cezasına çarptırılır.
Demokrasinin ve hukukun beşiği olarak adlandırılan
Fransa’nın ne derece adil olduğu da yine sorgulanması gereken bir durum. 1968
Fransa’sında normaldir diye bi düşünce olursa kafa atarım. Fransız İhtilali’nin
tarihinin kaç olduğunu biliyor olman lazım. Kaldı ki, en güncel olan bir Fransa
demokrasisi örneği sunayım. Bilindiği gibi sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bi
yasa çıkardılar. Soykırım yoktur diyenlere ceza uygulanacak. Şimdi demokratik
bir ülke, nasıl olur da kendi gibi düşünmeyen birine ceza verir, diye sormicam
çünkü ben zaten demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları vb. gibi şeylerin
varlığına inanmıyorum. Eskiden beri süre gelen kölelik sisteminin sadece adı
değiştirilerek insanlara yutturulduğu kanaatindeyim. Ve özellikle bu kitabı
tırtıklama sebebim de her birinizin aslında bir ‘kürek’ mahkûmu olduğunu ve
‘başarılı’ olmak adına verdiği ‘firar’ mücadelesini göstermek.
Henri nam-ı diğer Kelebek, Fransız Guyanası’ nda cezasını
çekmeğe gittiği ilk günden itibaren firar planları yapar. Diğer mahkûmların sevgisini
ve güvenini kazandıktan sonra bu planlarını bazı mahkûmlarla paylaşır. Planın
bir parçası olarak ilk adım revire gitmektir. Burada iki firar arkadaşıyla
birlikte okyanusa açılır. Bu süreç içerisinde mahkûm arkadaşlarına olan
bağlılığı ve vefasının yardımlarını belki de kaçarken işlerinin hep rast
gitmesinde bulmuş olabilir. Delikanlı adamdır Kelebek, özgürlük mücadelesi
veren biridir. Bu mücadele uğrunda hayatını kaybetmeyi göze almıştır. Nihayet
Kızılderililerin yaşadığı bir adaya ulaşır ve kısa zamanda orada da kendisini
sevdirir. Hatta orada evlenir bile. Bu adamın masum olduğu her halinden
bellidir fakat kanunlar delil ister. Yani sen suçsuz bile olsan yeterli delilin
yoksa ve seni suçlayan taraf yeterli delil ‘uydurduğu takdirde’ suçlu
bulunabilirsin. İşte sana insanın bulduğu ‘adalet sistemi!’ Sen hala eşitlik,
özgürlük, adalet naraları at sağda solda.
Kelebek bir manastır baş rahibesinin ihbarı üzerine
yakalanır ve iki yıl hücre cezasına çarptırılır. Öyle bir cezadır ki hücre cezası, adına
‘insan yiyen’ demişlerdir. Sessiz bir ortamda bırakılırsın en pis ve kötü
şartlar altında. Bu durumla ilgili dikkat çekici bi cümlesi var Kelebek
abimizin. ‘Çinliler kafaya damlatılan suyu bulmuşlar, Fransızlar sessizliği.’
Arkadaşlığının ve vefasının karşılığı olarak mahkûm arkadaşları aracılığıyla
günlük gönderilen yiyecek ve sigarayla ayakta kalmayı başarır. Cezasını
tamamladıktan sonra yine firar planları yapmaya başlayınca onun akıl sağlığını
yitirdiğinden falan şüphelenirler. Bu adam firar için deli numarası bile yapmış
hatta doktorlara bunu yedirmiş bile. Şimdi bütün hikâyeyi burada anlatıcak
değilim pıtırcıklarım, kısaca üzerinden geçip kişisel yorumumu yapıcam. Ve
okumanızı ama mutlaka okumanızı tavsiye edicem. Eski bir kitap, filmi de
yapılmış. Ama çok kişiye sorduğumda okumadıklarını veya izlemediklerini
söylediler. Bana da anlatmak görevi düştü.
Kelebek abimiz hücre cezasını bitirdikten sonra kürek
cezasına döndüğünde gizlice bir sal yapmaya başlar. Hani öyle sabırlı bir iş
ki, her gün yeni bir parça her gün, ulan çalıştığınız yerde gizlice bir evrak
aşırdığınızı düşünün bi bakalım, nasıl bir adrenalin yaşıyosunuz. Bu herif müebbet kürek cezasına çarptırılmış,
firar etmiş yakalanmış, hücreden sağ salim çıkmış zaten doğal olarak tüm
dikkatler senin üzerinde ve sen yeniden kaçmak için ‘sal’ yapıyosun! Yuh dimi!
Bu nasıl bi gözü karalıktır nasıl bi cesarettir arkadaş demeye kalmadan sal
yapımını bitirdiği gün yakalanır! Ulan ayıptır bari bineydik ya dese de fayda
etmez, hop alırlar hücreye ve bu sefer cezası sekiz yıldır! Sekiz yıl! İnsan
yiyende sekiz nasıl dayanıcak kesin ölür bu diyenlere inat direnmeye devam
eder. Bu direniş ve sabrın bir karşılığı olmalı, tabi 1968 Fransa’sında yaşanan
öğrenci hareketlerinin de etkisi olmalı ki, bazı ağır cezalar
hafifletilir. Cezaevi yönetimi de yeni
kararıyla hücre mahkûmlarının belirli günlerde denize girip güneşlenmelerine
izin vermeye başlar. Denizden döndüğü bir gün mubassırlardan birinin kızı
denize düşer ve köpekbalıklarının saldırısına uğrar. Cesaretin temsilcisi
Kelebek abimiz, suya atlar ve kızı kurtarır. Sonrasında bu yaptığından ötürü
hücre cezası affedilir. Ve kaçması imkânsız sayılabilecek kadar zor olan Şeytan
Adasına gönderilir.
Nasıl bir mücadeledir dimi, bu adam firardan çok kaçıp
kurtulmaktan çok geri dönüp onu içeri tıkan şerefsiz savcıyı öldürmeyi bile
düşünmeye başlar. Hepimizin hayatında bize haksızlık yaptığını düşündüğümüz üst
kademe insanları vardır dimi, bunlara günlerini göstereceğimiz günün hayaliyle
yaşarız. Ama çoğu zaman başaramayız, çünkü yeteri kadar, çünkü Kelebek kadar
inanmamışızdır. En küçük bir başarısızlıkta vazgeçeriz. Ulan adam sal yapıyo!
Yaptığı sala binip kaçacağı gün yakalanıyo! Ve o güne kadar kaçmayı defalarca
deneyip, defalarca başarısız olmuş bir adamdan söz ediyoruz. Bu adam Şeytan
Adasında bile kaçmaktan başka şey düşünmüyo.
Bir gün denizi izlerken, dalgalar dikkatini çekiyo
kahramanımızın. Dalgalar kıyıdaki kayalıklara büyük bir hızla vurup aynı hızla
geri dönüyo. Hal böyle olunca Kelebek, eğer dalgaları denize dönerken
yakalayabilirsem, kıyıdan yeterince uzaklaşabilir ve yakalanma oranımı en aza
indirebilirim diye düşünüyo. Sarp kayalıklar ve köpekbalıklarıyla dolu okyanusa açılacak
cesarette hiçbir cezaevi görevlisi bulunmadığını çok iyi bilmektedir çünkü. Bir
diğer mahkûm arkadaşıyla birlikte içi hindistan cevizi dolu çuvallarla denize
açılırlar. Arkadaşı yolda ölür. Kendisi o güneşin altında yana yana günlerce
yoluna devam eder. Derisi yüzülmüştür güneşin yakmasından, tuzlu deniz suyunu
da eklediğinde adam yok yere azap çekmiştir. Düşünün suçsuzsunuz ve müebbete çarptırılıyorsunuz.
Lan nasıl bi yaşam mücadelesi bu?
Aslında sana sormak istediğim soru şu, aynı mücadeleyi sen de veriyo musun?
Yıllarca dandik bir eğitim sisteminde okuyup, iyi bir bölümden mezun olmayı,
sonrasında iyi bi işte çalışmayı, alabilirsen bir ev bir araba alabilmeyi falan
düşlüyosun. Kimisi daha büyük hedefler koyuyo tabi kendine. Şimdi sen hedefini
bi düşün ve hedefin uğrunda yaptıklarını bi düşün. Ve sakın bana onurlu bir
mücadele verdiğinden bahsetme. Yıllarca bi yerlere gelebilmek için el pençe
divan durduğun, türlü yalakalıklar yapıp onurunu, haysiyetini kaybettiğin yolda
sakın bana elde ettiklerinden sonra, ben bunları tırnaklarımla kazıdım tribine
girme. Ve tüm bunları düşündükten sonra bir de Kelebek’in mücadelesini düşün. O
hikâyeyi sadece bir firar olarak düşünürsen yanılırsın dostum. O adam,
aklanmanın mücadelesini verdi. Tüm bu mücadeleyi verirken, bir kez olsun
kendinden ödün vermedi. Çektiği sıkıntıların ağırlığını kitabı okudukça
anlarsın ve tüm bunlara rağmen yolundan dönmedi. Bu adamın mücadelesi gibiyse
mücadelen sana saygı duyarım ama diğer verdiğim örnekteki gibiyse, o zaman sen
anlat ben dinlerim. Seni dinledikçe Kelebek ve onun gibilere olan saygım artsın
diye seni dinlerim…
Sonunda ne mi olur? Cezaevi müdürüyle evlenip Hollandaya
kaçarlar. Şaka lan öyle bişey olmaz, sonunu da okuyun artık.
Hayatlarınızın Kelebek’i olmanız dileğiyle, inançla kalın…
1 yorum:
Kitabını okumadım ama filmini izledim. inançla kalalım tabii
Yorum Gönder