10 Mayıs 2012 Perşembe

Papillon - Kelebek / Henri Charriere


''ÇİNLİLER KAFAYA DAMLATILAN SUYU BULMUŞLAR, FRANSIZLAR SESSİZLİĞİ''

Selam benim biricik okurlarım. Hazırladığım haftalık program çerçevesinde bundan böyle Salı günleri klip irdeleme, Perşembe günleri kitap tırtıklama ve Cumartesi günleri haftanın öne çıkan tüm gelişmeleri üzerine tespit ve yorumlarla, eğer günümdeysem Pazar günleri de hikayelerimle karşınızda olucam.  Hepinizi çok çok öpüyor ve bugünkü yazıma başlıyorum, haydi rastgele.

Benim hayat hikâyeme çok yakın olması sebebiyle ilk kitap tırtıklama bölümünde Henri Charriere’ nin Papillon - Kelebek isimli romanını sizlere anlatıcam. 
Yaşanmış gerçek bir olayın anlatıldığı romanda, yazarımız bir kadın satıcısının öldürülmesi olayıyla suçlanır ve suçlu bulunup ömür boyu kürek cezasına çarptırılır.

Demokrasinin ve hukukun beşiği olarak adlandırılan Fransa’nın ne derece adil olduğu da yine sorgulanması gereken bir durum. 1968 Fransa’sında normaldir diye bi düşünce olursa kafa atarım. Fransız İhtilali’nin tarihinin kaç olduğunu biliyor olman lazım. Kaldı ki, en güncel olan bir Fransa demokrasisi örneği sunayım. Bilindiği gibi sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bi yasa çıkardılar. Soykırım yoktur diyenlere ceza uygulanacak. Şimdi demokratik bir ülke, nasıl olur da kendi gibi düşünmeyen birine ceza verir, diye sormicam çünkü ben zaten demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları vb. gibi şeylerin varlığına inanmıyorum. Eskiden beri süre gelen kölelik sisteminin sadece adı değiştirilerek insanlara yutturulduğu kanaatindeyim. Ve özellikle bu kitabı tırtıklama sebebim de her birinizin aslında bir ‘kürek’ mahkûmu olduğunu ve ‘başarılı’ olmak adına verdiği ‘firar’ mücadelesini göstermek.

Henri nam-ı diğer Kelebek, Fransız Guyanası’ nda cezasını çekmeğe gittiği ilk günden itibaren firar planları yapar. Diğer mahkûmların sevgisini ve güvenini kazandıktan sonra bu planlarını bazı mahkûmlarla paylaşır. Planın bir parçası olarak ilk adım revire gitmektir. Burada iki firar arkadaşıyla birlikte okyanusa açılır. Bu süreç içerisinde mahkûm arkadaşlarına olan bağlılığı ve vefasının yardımlarını belki de kaçarken işlerinin hep rast gitmesinde bulmuş olabilir. Delikanlı adamdır Kelebek, özgürlük mücadelesi veren biridir. Bu mücadele uğrunda hayatını kaybetmeyi göze almıştır. Nihayet Kızılderililerin yaşadığı bir adaya ulaşır ve kısa zamanda orada da kendisini sevdirir. Hatta orada evlenir bile. Bu adamın masum olduğu her halinden bellidir fakat kanunlar delil ister. Yani sen suçsuz bile olsan yeterli delilin yoksa ve seni suçlayan taraf yeterli delil ‘uydurduğu takdirde’ suçlu bulunabilirsin. İşte sana insanın bulduğu ‘adalet sistemi!’ Sen hala eşitlik, özgürlük, adalet naraları at sağda solda.

Kelebek bir manastır baş rahibesinin ihbarı üzerine yakalanır ve iki yıl hücre cezasına çarptırılır.  Öyle bir cezadır ki hücre cezası, adına ‘insan yiyen’ demişlerdir. Sessiz bir ortamda bırakılırsın en pis ve kötü şartlar altında. Bu durumla ilgili dikkat çekici bi cümlesi var Kelebek abimizin. ‘Çinliler kafaya damlatılan suyu bulmuşlar, Fransızlar sessizliği.’
Arkadaşlığının ve vefasının karşılığı olarak mahkûm arkadaşları aracılığıyla günlük gönderilen yiyecek ve sigarayla ayakta kalmayı başarır. Cezasını tamamladıktan sonra yine firar planları yapmaya başlayınca onun akıl sağlığını yitirdiğinden falan şüphelenirler. Bu adam firar için deli numarası bile yapmış hatta doktorlara bunu yedirmiş bile. Şimdi bütün hikâyeyi burada anlatıcak değilim pıtırcıklarım, kısaca üzerinden geçip kişisel yorumumu yapıcam. Ve okumanızı ama mutlaka okumanızı tavsiye edicem. Eski bir kitap, filmi de yapılmış. Ama çok kişiye sorduğumda okumadıklarını veya izlemediklerini söylediler. Bana da anlatmak görevi düştü.

Kelebek abimiz hücre cezasını bitirdikten sonra kürek cezasına döndüğünde gizlice bir sal yapmaya başlar. Hani öyle sabırlı bir iş ki, her gün yeni bir parça her gün, ulan çalıştığınız yerde gizlice bir evrak aşırdığınızı düşünün bi bakalım, nasıl bir adrenalin yaşıyosunuz.  Bu herif müebbet kürek cezasına çarptırılmış, firar etmiş yakalanmış, hücreden sağ salim çıkmış zaten doğal olarak tüm dikkatler senin üzerinde ve sen yeniden kaçmak için ‘sal’ yapıyosun! Yuh dimi! Bu nasıl bi gözü karalıktır nasıl bi cesarettir arkadaş demeye kalmadan sal yapımını bitirdiği gün yakalanır! Ulan ayıptır bari bineydik ya dese de fayda etmez, hop alırlar hücreye ve bu sefer cezası sekiz yıldır! Sekiz yıl! İnsan yiyende sekiz nasıl dayanıcak kesin ölür bu diyenlere inat direnmeye devam eder. Bu direniş ve sabrın bir karşılığı olmalı, tabi 1968 Fransa’sında yaşanan öğrenci hareketlerinin de etkisi olmalı ki, bazı ağır cezalar hafifletilir.  Cezaevi yönetimi de yeni kararıyla hücre mahkûmlarının belirli günlerde denize girip güneşlenmelerine izin vermeye başlar. Denizden döndüğü bir gün mubassırlardan birinin kızı denize düşer ve köpekbalıklarının saldırısına uğrar. Cesaretin temsilcisi Kelebek abimiz, suya atlar ve kızı kurtarır. Sonrasında bu yaptığından ötürü hücre cezası affedilir. Ve kaçması imkânsız sayılabilecek kadar zor olan Şeytan Adasına gönderilir.

Nasıl bir mücadeledir dimi, bu adam firardan çok kaçıp kurtulmaktan çok geri dönüp onu içeri tıkan şerefsiz savcıyı öldürmeyi bile düşünmeye başlar. Hepimizin hayatında bize haksızlık yaptığını düşündüğümüz üst kademe insanları vardır dimi, bunlara günlerini göstereceğimiz günün hayaliyle yaşarız. Ama çoğu zaman başaramayız, çünkü yeteri kadar, çünkü Kelebek kadar inanmamışızdır. En küçük bir başarısızlıkta vazgeçeriz. Ulan adam sal yapıyo! Yaptığı sala binip kaçacağı gün yakalanıyo! Ve o güne kadar kaçmayı defalarca deneyip, defalarca başarısız olmuş bir adamdan söz ediyoruz. Bu adam Şeytan Adasında bile kaçmaktan başka şey düşünmüyo.

Bir gün denizi izlerken, dalgalar dikkatini çekiyo kahramanımızın. Dalgalar kıyıdaki kayalıklara büyük bir hızla vurup aynı hızla geri dönüyo. Hal böyle olunca Kelebek, eğer dalgaları denize dönerken yakalayabilirsem, kıyıdan yeterince uzaklaşabilir ve yakalanma oranımı en aza indirebilirim diye düşünüyo. Sarp kayalıklar ve köpekbalıklarıyla dolu okyanusa açılacak cesarette hiçbir cezaevi görevlisi bulunmadığını çok iyi bilmektedir çünkü. Bir diğer mahkûm arkadaşıyla birlikte içi hindistan cevizi dolu çuvallarla denize açılırlar. Arkadaşı yolda ölür. Kendisi o güneşin altında yana yana günlerce yoluna devam eder. Derisi yüzülmüştür güneşin yakmasından, tuzlu deniz suyunu da eklediğinde adam yok yere azap çekmiştir. Düşünün suçsuzsunuz ve müebbete çarptırılıyorsunuz. Lan nasıl bi yaşam  mücadelesi bu? Aslında sana sormak istediğim soru şu, aynı mücadeleyi sen de veriyo musun? Yıllarca dandik bir eğitim sisteminde okuyup, iyi bir bölümden mezun olmayı, sonrasında iyi bi işte çalışmayı, alabilirsen bir ev bir araba alabilmeyi falan düşlüyosun. Kimisi daha büyük hedefler koyuyo tabi kendine. Şimdi sen hedefini bi düşün ve hedefin uğrunda yaptıklarını bi düşün. Ve sakın bana onurlu bir mücadele verdiğinden bahsetme. Yıllarca bi yerlere gelebilmek için el pençe divan durduğun, türlü yalakalıklar yapıp onurunu, haysiyetini kaybettiğin yolda sakın bana elde ettiklerinden sonra, ben bunları tırnaklarımla kazıdım tribine girme. Ve tüm bunları düşündükten sonra bir de Kelebek’in mücadelesini düşün. O hikâyeyi sadece bir firar olarak düşünürsen yanılırsın dostum. O adam, aklanmanın mücadelesini verdi. Tüm bu mücadeleyi verirken, bir kez olsun kendinden ödün vermedi. Çektiği sıkıntıların ağırlığını kitabı okudukça anlarsın ve tüm bunlara rağmen yolundan dönmedi. Bu adamın mücadelesi gibiyse mücadelen sana saygı duyarım ama diğer verdiğim örnekteki gibiyse, o zaman sen anlat ben dinlerim. Seni dinledikçe Kelebek ve onun gibilere olan saygım artsın diye seni dinlerim…

Sonunda ne mi olur? Cezaevi müdürüyle evlenip Hollandaya kaçarlar. Şaka lan öyle bişey olmaz, sonunu da okuyun artık.

Hayatlarınızın Kelebek’i olmanız dileğiyle, inançla kalın…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kitabını okumadım ama filmini izledim. inançla kalalım tabii