Selamlar canlarım, şekerlerim, parelerim hepinizi öperek
yazıma başlıyorum. Bu hafta tırtıklanmayı bekleyen kitabımız, Jean Paul
Sartre’ın Bulantı’sı.
Biraz araştırma yapıldığında hemen hemen her yerde aynı
yorumları bulacaksınız kitapla ilgili; varoluşçuluk. Evet
kitabımızın kahramanı Antoine’in günlüklerinden derlenmiş bir kitap bu. Ve
varoluşçuluk felsefesinin anlatıldığı, içerisinde ilginç anıların da bulunduğu
sürükleyici bir klasik. Bir iki noktaya değinip finalde kendi yorumumla
bitircem ona göre hazırlıklı olun.
Kitapta sıklıkla rastlayacağınız bir olgu ‘var olmak.’ Nedir arkadaş
bu ‘var’lık ne kadar saçma yeaaa, sakin ol şampiyon gibi salak yorumlar yapanlarınız
bu yazıyı bırak okumayı yakınından geçirmesin gözlerini ve hatta bloguma
girmesin bile. Her boku bildiklerini sanıp aslında sıçtıkları boku bile
bilmeyenlerdir onlar. Mümkün olsa da onların hepsinin suratına tükürsem. Bundan
dolayı baştan söylüyorum, ben bu felsefik yaklaşıma karşıyım kaldi ki onların
ispatlayamadığını ben de ispatlayamam.
Onlar akıllarını kullandıklarını öne sürerek aslında insanın
varlığının bir amacı olmadığını, ortada dolaşan bütün değer ve inançların insan
eliyle yaratılmış olduğunu savunuyorlar. Her şeyden önce benim Allah inancıma
aykırı olan bu anlayış üzerine uzun uzun düşündüm. Araştırma yaptım diyemem
çünkü bunun için senelerimi vermeliyim. Doğruyu bulmak senin sandığın kadar kolay
olsaydı yani bir arkadaşımdan duydum yeaa yok böööyle bi hikâye yalan bunlar
yalan gibi yaklaşsaydım zaten yazmaktan utanırdım.
Şimdi yazarımız diyor ki, insan sadece vardır. Belli bir
amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan, olduktan sonra kendini nasıl yaparsa
öyle olur. Evet uğurcum burada biraz duralım ve düşünelim. Evet, doğdum,
kendimi bi ailede buldum. Onların telkinleriyle büyüdüm. Yani kurallar
koydular, sınırlarımı belirlediler evet. Sonra bir amacım olması gerektiği
söylendi ve okula gönderildim. Okuma amacım bittikten sonra çalışma amacım
karşıma çıktı. Sonuç itibariyle okuma amacını seçmeyip kötü sayılabilecek
yolları tercih edebilir ve kendimi kötü biri yapabilirdim. Ama ben iyi olanı
seçtim. İyi mi? Peki bu yolun iyi bir yol olduğunu kim belirledi?
Varoluşçuluğun şiddetle karşı çıktığı Din mi? Dini inançları kuvvetli biri için
bu sözlerin hiçbir önemi yok. Çünkü o, var olan her şeyin Allah tarafından
yaratıldığına ve amaçları olduğuna inanır. İspatlayamasa bile inanır. İmkânım
olsaydı da sorsaydım Sartre’a peki, hangi insanlar belirledi bu sınırları?
Düşüncenin ve davranışların hayatın tümünün sınırlarını insan mı belirledi?
İnsan bu soruya yanıt vermekten acizken, size göre aslında siyah rengin bile
siyah olmadığı onu insanın yarattığını söylerken, delili nerdedir? Binlerce
soru sorabilirim ki bu sorularımın çoğunu araştıracağım kesin. Yoksa kafayı
yerim, siz bişeyler öğrenin diye uğraşmıyorum, umurumda değil buradan mesaj
vermek falan. Ben yazıyorum sadece,
kendim için yazıyorum. Yazdıklarımdan mesaj almak isteyen varsa alıyodur zaten.
Ben şunu çok merak ediyorum, biz Adem ve Havva’dan çoğaldığımıza inanıyoruz. En
azından dinlerin hepsi varoluşu bu şekilde anlatıyor. Peki var olduktan sonra,
çoğalma işlemleri gerçekleştikten ve kabileler halinde dünyaya yayıldıklarında
atalarımız, hangi dili konuşuyorlardı? Şimdi Adem ve Havva’nın çocukları anne
ve babalarının dilini konuşuyorlarsa, onların çocukları da aynı dili
konuşacaklardı. Peki ama dünyada neden farklı farklı diller var? Bu yazı biraz
kitap tanıtımından çıktı farkındayım fakat kafayı yemek üzereyim, doğruyu
öğrenmek istiyorum. Doğruyu bilmek için ölmem gerektiğini biliyorum. Evet çünkü
inancıma göre tüm doğruları, aramızdaki tüm ihtilaf edilen hususları Allah
açıklığa kavuşturacak. Çünkü kendisi Kuran’da böyle buyuruyor. Zaten bu
noktadan sonra soru soramıyosun, çünkü sorduğun bu tip soruların cevaplarını
alamıyosun, çünkü onu sadece Allah’ın bildiğine inanıyosun. Ama sen buna
inanıyosun, diğer yanda adam uzaylı olduğunu bilmem kaçıncı boyuttan geldiğini
falan söylüyo, kendince o da varoluşa bir açıklama getiriyo, tabi bi hikaye
buluyo kendine göre hal böyle olunca gerçekleri öğrenip açıklama isteğiyle
yanıp tutuşuyosun.
Sartre insan sadece vardır derken, insanın aslında yalnız
bir birey olduğunu diğer insanların da yalnız olduklarını vurgulamış, bu
yalnızlık ona korku vermiştir. Bu noktada kendisine katıldığımı söyleyebilirim.
Evet, aslında her birimiz yalnız bireyleriz. Sadece hayatlarımıza bir
süreliğine insanlar veya nesneler katarak yaşantımızı sürdürüyoruz. Belli
amaçlar doğrultusunda bunu yapıyoruz. Bu durumu ikiyüzlü bir yaklaşım olarak
gören yazar bundan tiksinti, kendi deyimiyle bulantı duyuyor. Yani bir ilişkide
bile aslında amacın sadece bedensel ihtiyaçları gidermek olduğunu fakat ‘aşk,
sevgi’ gibi duygu ve anlamların yüklenerek hayvanlıktan insanlığa geçişin
sağlandığını öne sürüyor. Yani aslında seni çok seviyorum, sen benim yaşama
sebebimsin diyen adam iki ay sonra nasıl da öküz oldu diyosun ya, işte Sartre
diyo ki, bu adam zaten öküzdü, sen de bunu biliyodun, o seni sözleriyle
aldatırken sen de bile bile aldanıyordun.
Varoluşçuluk felsefesinde çevredeki her şey yargılanabilir;
hatta onlara kişilik bile kazandırılabilir. Cansız varlıklarında bir ruhu
olduğuna onların da bu dünyada insanların içerisinde yaşadıklarını düşünüyor ve
hatta bu varlıkların insanları etkilediğini savunuyor yazarımız.
Kitapta da rastlayacağınız üzere her türlü bilimci, nesnel
ve analitik yaklaşıma karşı çıkarlar. Onlara göre insan önce var olur, sonra
özünü yarattığını dile getirir. Yani sabit ya da değişmez özsel bir doğamız
yok. Gayet kendimizi istediğimiz hale getirebiliriz. Şimdi bu düşünceyi en
basit anlamda değerlendirdiğimde, ne yani, felsefe yaptığın uğruna kitaplar
yazıp akıl çürüttüğün konu sana var oluşu böyle mi açıklıyor diyebilirim.
İnsanın kendi iradesiyle kararlar alıp uygulaması bilinmeyen bi durum veya
açıklanamayan bir şey değil. Ne var ki bunu varoluşunun temeli olarak sunmak, bana
gerçekleri bilmeyen insanın çırpınışı olarak geliyo.
Bana kalırsa insanın varoluşuna kafa yorana kadar, tiksinti
duyduğu konu üzerine araştırma yapsaydı gerçekten çok şeyler değişirdi. Yani
insanın kaypaklığı üzerine bir yazıdan söz ediyorum. Evet, büyük bir kaypaklık,
yalnız kalmaktan korkan bizler, çıkarlarımız doğrultusunda ilişkiler kurarız ve
sürdürürüz veya bitiririz. Ama bizler, evrende bulunan birçok şeye kendimiz
anlam vermişiz. Şimdi bu düşüncenin arkasından biraz tartışmak gerek. Yani
yazarımız bize dinler de dahi bütün kâinatın yaratıcısının insan olduğunu mu
göstermek istiyor? Evet, yani insan evrimleşerek, bugünkü çağa kadar geldi öyle
mi? Peki o zaman şunu sorucam islamiyetle birlikte o çağ ve sonraki tüm çağlar için
açıklayıcı bir kitap olan Kuran varken, sen bilim insanlarını yakmıyor muydun?
Nasıl bi evrim lan bu, bi türlü insan olamıyoruz, hadi hepsini geçtim bilgi ve
teknoloji çağının zirvelerindeyiz artık, bunca savaş, zulüm, açlık, kötülük
neden hala var? Varoluşçu felsefeniz batsın bana bunları açıklayın. Ve bu
evrendeki ahlaki kuralların da insanlar tarafından yaratıldığını savunurlar. Öyleyse
bu evreni yaratan bi yaratıcı falan yok, biz yarattık bu evreni ya da kendi
kendimize olduk nesneler gibi. Bu düşünceyi benimsememe olanak yok maalesef.
Diyorum ya ben bi düşünür vs. biri değilim, aha senin gibi bi insanım, evet
varım, düşüncelerimle varım, ilkelerimle varım, yaptıklarımla varım. Bunları
yaparken de bir amacım var. Katil bile olsam cinayetimin bir amacı var. Amaçsız
değilim.
Bizim ülke insanına ağır gelebilecek bi kitap, şimdi niye
küçümsüyosun sen bizi tribine girmeyin, siz de benim kadar iyi biliyosunuz
araştırmayı ve düşünmeyi sevmediğinizi. Aslında sevmemek demeyelim buna, çünkü
düşünmeye vaktiniz yok. Öyle güzel düzenlenmiş ki bu oyun, sizler görevlerinizi belirleyip rolün en
iyisini oynamaya çalışıyosunuz. Bundan dolayıdır ki, ülkemde felsefe düşünürler
pek rağbet görmüyor. Nerde bi aldatmalı aşk hikâyesi var, nerde bi terörle ilgili
dizi veya tartışma programı var böyle yüksek ses tonlu hani kimsenin kimseyi
dinlemediği sadece konuşan ağızlar var ya işte o programlar. Haliyle bana ne
kardeşim var olmak da neymiş, işte geldik gidiyoruz, sen de düşünme çok, sonra
kafayı yersin falan dersiniz. Zaten en meşhur insan yaklaşımıdır, hakkında
bilgisi olmadığı halde fikir yürütür ve bundan utanmaz bile, içten içe yahu ben
konuşuyorum da bildiğim bişey yok, ama boşver nasılsa anlamıyolar konuş gitsin
en azından biliyo sanırlar.
Canlarım fazla uzatmadan bitiriyorum. Kitabı okumanızı ve
biraz olsun araştırmanızı tavsiye ediyorum. İnşallah benim toplumum düşünen bir
toplum olur. Her ne kadar olumsuz örnek görsem de, yine de bir umut besliyorum
işte. Kocaman öpüldünüz şekerler…
1 yorum:
eyvolle :)
Yorum Gönder