27 Haziran 2012 Çarşamba
Yol Verenleriniz Çok Olsun
Merhaba güzel insanlar. Uzunca bir süredir yazmak istediğim fakat vakit bulup da yazamadığım bir konu. Trafikte yol isteyen makam araçları.
Bu araçların çoğu aslında sivil araçlar. Ya kornası farklı ya tepesinde lambası var. Bunları kullanarak senden yol ister ve önüne geçer. Saatlerce trafikte kaldığın bir anda en sinir bozucu durumdur. Bugüne kadar kimsenin gülerek 'ah tabi canım buyurun lütfen geçin, sizin mutlaka önemli bir işiniz vardır' diyenine denk gelmedim. Aksine küfür ederler. Fakat yine de yol verirler.
Babamla eve döndüğüm günlerden birinde, yaklaşık bir saat trafikte takılmışken, arkalardan 'dat,dat, da da dat dat' şeklinde bir melodiyle yanaşan bir aracı fark ettim. Ve tabi önünde duran ve onlara yol vermeyen 'ensesi kalına benzeyen' bir ağabeyi. Bir kaç kez daha kornaya basılmasına rağmen arkadaki araca yol vermemekte ısrarlı ağabeye bir selam çaktım. Bunu gören babam, 'ya ne yapıyorsun oğlum başına iş alacaksın' demesin mi? O anda yanımdaki adamın babam olmadığını bir başka vatandaş olduğunu hayal ettim...
Önce sol dirseğimle sağ elmacık kemiğine vuruyorum. Yaşadığı şoku atlatamadan burnuna bir sağ yumruk. Kanlar içinde kalan yüzüne bir iki kroşeyle birlikte ensesinden tutup direksiyona bir kaç kez daha vurduktan sonra afiyetle arabadan iniyorum. Bir vatandaşı daha düzeltmenin haklı gururu...
- Hep bu korkaklığınız yüzünden geldik bu hale. Bu ülkenin bugünkü durumunun sorumluları sizlersiniz. En pahalı benzinle araç kullanan, en pahalı toplu ulaşımı kullanan, en çok vergiyi vermesine rağmen susan sizler yüzünden bu ülke güçlü bir ülke değil.
- Ya önemli bir göreve gidiyorsa?
- Önemli bir göreve gitmediğini sen de biliyorsun. Nedense hep işe gidiş saatlerinde ve dönüş saatlerinde gidiyorlar önemli görevlerine. Acil bir durum olsa bu yolun bu saatlerde yoğun trafik altında olduğunu bildiklerinden alternatif yolları tercih ederler. Kaldı ki, önemli bir görev için mutlaka bir polis aracı eskortluk eder.
Sohbet bu şekilde sonlanırken kendi aracım olduğunda bu araçlara yol vermeyeceğimin sözünü verdim kendime. Bir ambulans değil, itfaiye değil, polis veya zabıta aracı değil, hatta ve hatta bir Alex bile değil bu araçlar. O halde neden yol vereyim. Gayet basit bir yöntemle aracımın tepesine lamba koyup, kornamın sesini değiştirebiliyorsam, bu halde beni gören trafik polisi yolumu kesip benimle ilgili işlem yapmaya korkuyorsa, sonuç olarak eğer gerçekten önemli biriysem kendisini Şırnak'ta bulabilirse, o zaman bu sivil araçlara neden yol vereyim?
Bir makam aracının içinde Belediye Başkanını düşünsenize trafikte takılmış kalmış. Kimseden yol istemeden o trafikte vatandaş gibi sıkıntı çekse ve bu problemin bir an önce çözülmesi için kolları sıvasa ne güzel olmaz mı? Olur elbette ama adamcağız trafiğe takılmıyor ki hiç, bütün yollar ona açık. Böyle yöneticilik olursa sen neyin çözümünü bekliyorsun? Senin ülkenin çağdaş medeniyetler seviyesine yükselemeyişinin sebebi bu anlayış eksikliği değil mi? Neden Avrupa ülkelerine gidenlerin veya Amerika'ya veya Kanada'ya gidenlerin hepsinden aynı şeyleri duyuyorsun? 'Adamlar yapmış abi'
Adamların bir şey yaptığı yok kardeşim. Karşılıklı bir güven ilişkisi var halkla yönetici arasında. Elbette bir iki münferit denilebilecek olumsuz olayla karşılaşıyorlar. Yolsuzluk, seks skandalı vb. olaylar. Fakat kendi ülkene dönüp baktığında münferit olaylar olarak adlandırılan 'dürüst başkan, yolsuzluk, hırsızlık yok, varsa yoksa halkına hizmet' gibi tanımlamalar olunca haliyle hayranlıkla bakıyorsun o gelişmiş ülkelere ve insanlarına.
İşin bir garip boyutu da, her fırsatta başına 'namazında niyazında' başkan veya yönetici isteyen vatandaşın, bu adaletsizliğe göz yumması. 'Anam babam sana feda olsun ya Resulallah' diyenlerin, Resulallah'ın hayatından çok çok uzaklarda olması. O değil miydi ki, kızım Fatıma bile hırsızlık edecek olsa elini keserim diyerek adaletin gerçek ölçülerini belirlemiş olan? O halde sen bu haksızlıklara, bu zulümlere göz yumarken, aman beni yöneten namazında niyazında olsun, aman efendim Said-i Nursi Atatürk'e yazdığı mektubunda demiş ki, 'bu halk başında namaz kılan yönetici ister' dersen ben de sana;
olmaz olsun böyle halk derim.
Her şeye rağmen umudumu korumama sebep olan gençliğimiz, sağa sola bölünmeden 'ortak bir anlayışta' birleşebilirlerse, bu ülke işte o zaman yaşanacak bir ülke haline gelir. Ve buraya gelen az gelişmiş ülkelerin vatandaşları 'adamlar yapmış abi' derler. Ve işte o zaman sen gelişmiş ülkeler seviyesinde bulunabilirsin ve sözünün bir geçerliliği olur. Mavi Marmara tokadı yemezsin, Suriye'yle savaşa zorlanmazsın, içeride terörü bitirirsin. Denge siyasetini bir kenara bırakıp dünyayı adil yönetme konusunda öncü olabilirsin. Ama bu şekilde devam ederse, yediden yetmişe televizyon karşısında büyülendiği, eğlence adına yapılan sapık partilerde aktif rol aldığı adeta narkoz verilmiş gibi toplumsal bir tepkinin verilmediği bir şekilde devam ederse, yarın bu tepkiyi veren düşmanlar olabilir ve sen karşılık bile veremeden teslim olursun.
Ebediyete kadar layık olduğu gibi ayakta kalman dileğiyle,
Hoşçakal sevgili ülkem...
13 Haziran 2012 Çarşamba
Guantanamo' da Hayat Yok
11 eylül 2001 sözde terörist saldırısı sonrasında pek
sevgili ABD teröre karşı savaş açtı ve yıllardır aramakta olduğu sözde terör
örgütlerinin sözde üyelerini tutuklayarak Guantanamo’ya yerleştirdi.
Bu kamp 2002 yılından itibaren El kaide ve Taliban ile
ilişkisi olduğundan şüphelenilen kişilerin tutulduğu ve işkencelere maruz
kaldığı bir yer. Burada bulunan tutuklular ne bir savaş suçu ne de adi bir suç
işlememelerine rağmen askeri hapishanede tutuklu bulunmaya devam ediyorlar. Ve
üstelik ABD yasal sistemine başvuramadıkları gibi herhangi bir gözden geçirme
de talep edemiyorlar.
Haliyle bu durum tüm dünyada sevgili insan hakları
savunucularının hedefi halinde geldi. Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere
Birleşmiş Milletler vb. kuruluşlar Guantanamo askeri hapishanesinin
kapatılmasını istediler. Obama da bu duruma kayıtsız kalmayarak seçimler
öncesinde başkan seçilir seçilmez üssü kapatacağını ve terör zanlılarını ABD’de
tutup yargılayacaklarını söylemişti. Fakat kongrenin yoğun baskısından dolayı
bundan vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Bütün ülkelerde aynı senaryo. Seçimler öncesinde iktidarda
bulunan parti öyle boktan işler yapıyor ki, insanların artık iyice tepkilerini
çekiyor ve sonra bir yiğit çıkıveriyor meydane başlıyor ben gelirsem bunu
düzelteceğim demeye. Bu siyasetin bir gereği değil, siyasetin kirli gerçeği.
Bu, sistemin danışıklı dövüş oyunu. İnsanları aldatmak için ortaya çıkarılan
sistemin bir parçası. Haliyle Amerika’da da aynı durum yaşandı. Yani Bush o
kadar kötü yönetti ki! Obama kurtarıcı olarak geldi! Klasik bir seçim oyunu.
Yani Bülent Ecevit ve koalisyon o kadar kötü yönettiler ki! Kurtarıcı olarak
Tayyip Erdoğan geldi!
Yaklaşık 10 yıldır faaliyette olan üssün hangi sözde terör
saldırısını engellediğine şahit oldunuz? Usame Bin Ladin öldürüldü dimi? Sonra
cesedini denize attılar? Hıı tamam sen kapat ben ararım. Ulan herifler
dünyayla bildiğin taşşak geçiyorlar bak öyle böyle değil. Tabi bunu yediremeyen
bazı cevval! adamlar eleştirilerine devam ediyorlar. Mesela, Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Dairesi Başkanı Navi Pillay, üssün hala
kapatılmamasından üzüntü duyduğunu belirten bir açıklama yaptı. Melek gibi
oğlan bu. Sonra Uluslararası Af Örgütü’nden Tom Parker da bu üssün kimseyi güvende
tutmadığını yalnızca siyasi amaçlara hizmet ettiğini belirten bir açıklama
yaptı. Bu oğlan da fena değil hani. Bunun gibi birkaç örnek vatandaş çıkıp
eleştiri yapmalı ki demokrasi yalanımız ortaya çıkarılmasın. Bir de bu durumun
savunucuları olmalı, ne güzel kardeş kardeş demokrasicilik oynamalıyız. Heritage
Vakfından Cully Stimson da “Bu insanları cezalandırmak için tutuklamıyorsunuz.
Silahlı bir çatışma sırasında size karşı yeniden silahlanıp savaşmasını önlemek
için yasal çerçevede gözaltında tutuyorsunuz. Bir yandan düşmanla savaşırken
bir yandan da yeniden silahlanmasına izin veremezsiniz.”
Ay canım benim ne iyi yürekli bi adam. Yasal çerçevede 10
yıldır tutuyorum adamı! Yuh! Ve bu adamların gözaltında tutulma süreleri yok!
Şaka gibi dimi? Değil yavrum, senin için çok şaşılacak bir durum olmamalı.
Önünde hemen hemen aynı bir örnek var. Ergenekon.
Şimdi bu üsteki tutuklular suçsuz bulunsa dahi, Amerikan
askeri mahkemesinin kararı neticesinde serbest bırakılmayacaklar. Nasıl yani?
Evet, serbest bırakılmayacaklar, ta ki olaylar durulana kadar. Ulan olayların
durulması için senin teröristliği bırakman gerekiyor önce. Yoksa bu olaylar nasıl
durulur? Sen değil misin bu adamlara her türlü desteği sağlayıp sana karşı
küçük çaplı saldırılar gerçekleştirmesine izin veren? Sen değil misin 11 Eylül yalanıyla dünyaya
canlı sinema izlettiren? Şimdi kalkıp bu olayların durulması gerektiğini mi
söylüyorsun?
Bir de üssün yetkilileri, tutukluların avukatlarıyla yaptığı
özel görüşme ve yazışmalarını izleyip okuyorlar. Nasıl ileri bir demokrasi
değil mi? 11 Eylül sözde saldırılarıyla dünyanın dengelerinin değiştiğini
görüyorsunuz her medya kuruluşunun haberinde veya yorumunda. Sahiden ne
değişti? ABD dünya barışını savunan bir ülkeydi de bir anda ‘haklı’ olarak
vatandaşlarını savunmaya mı geçti? Ulan bu ABD değil miydi Japonya’yı atom
bombasıyla vuran? Bu ABD değil miydi, Kore, Vietnam, Körfez Savaşı ve daha bir
çok savaşa sonradan veya ilkten müdahil olup kan döken? Bütün savaşların bir
gerekçesi olmalıydı ve haliyle Afganistan’a girişinin sebebi sözde 11 Eylül saldırılarıydı. Irak’ın işgalinin
sebebi ise ‘nükleer silah ve Irak halkına özgürlük’ gerekçeleriydi. Pek sevgili
barış yanlısı ABD kan dökmeye devam etti. Gerçekten bunlar dünyada zulüm görmek
istemiyorlar. Mesela Filistin’de yaşanan vahşeti görmek istemiyorlar.
Şimdi zaten ABD’nin ve şu anda dünyada hüküm sürmekte olan
sistemin yöneticileri için bu insanlık suçlarının pek bir önemi yok. Orta
Çağ’dan farkı olmayan bu çağın sadece tanımları değiştirilmiş ve insanlara bu
şekilde yedirilmekte. Bundan dolayı da biz ne kadar konuşursak konuşalım,
insanlar yeter artık demedikçe bu durum böyle devam edecektir. Ama şöyle bir
dönüp bakıyorum da insanlığa, insanlık o kadar duyarsızlaşmış bir durumdaki,
yarın öbür gün yolda yürürken aniden yere düşüp bayılsanız yanınızdan öylece
giderler. Bunun gibi birçok örneği haberlerde okurlar ve yahu ne kadar duyarsız
bu millet diye bir de yorum yaparlar. Yazılarımda en baştan beri söylemek
istediğim tek şey şu; önce kendinizi dosdoğru yapın. Yani biraz daha açayım, az
biraz delikanlı olun ulan! Yapmadığınız şeyleri yapıyormuş gibi veya siz
olsaydınız en doğrusunu yapardınız gibi davranmayın. Asırlar önce size
söylendiği gibi, ya göründüğünüz gibi olun ya da olduğunuz gibi.
Ve geçenlerde okuduğum bir haber bu acımasızlığın nasıl
umursamaz bir hâl aldığını kanıtlar cinstendi. Evet dostlar, ABD Yüksek
Mahkemesi tutuklu bulunan yedi mahkumun savunmalarını dinlemeyi reddetti. http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=213676
Düşünebiliyor musunuz, sizi bir şeyle suçluyorlar ve savunma yapmanıza bile
izin vermiyorlar. Sonra bunun adına demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları
diyorlar. Sonra ben çıkıp yahu kardeşim değişen hiçbir şey yok, hâlâ eski çağ
kararları hüküm sürüyor deyince vay efendim olur mu öyle şey, haklarımız var,
adalet var, bilim var, lan oğlum yok lan, anlayamıyor musun? Yok! Var ama yok! Sözde
var. Uygulamada kişiye ve duruma göre var veya yok. Siz hiç güçlü olanın
kaybettiği bir dava gördünüz mü? Güçlü olanı dava bile edemezsiniz eğer çok
bariz, devlet büyüklerini sıkıntıya sokacak bir yanlış yapmıyorsa. Yapıyorsa bile
bir şekilde en hafif ceza ile kurtarırlar. Sen neyin hukukundan, neyin
insanlığından bahsediyorsun?
Şimdi biraz da yapılan işkencelere değinmek istiyorum. İşkence
fiziksel veya ruhsal olarak yapılan genelde devletlerin, bilgi almak, itiraf
ettirmek veya toplumu kontrol altına almak için göz korkutmak amacıyla
uygulanan ‘şiddetli’ bir yöntem. Bu yöntem, İnsan Hakları Bildirgesinde kesin
olarak ‘insan hakları ihlali’ şeklinde yorumlanmıştır. Fakat buna rağmen her üç
ülkeden ikisi bu uygulamaya devam etmektedir.
Yani dünyamızın bir barışa ihtiyacı var sevgili dostlar,
yeni düzen, yeni din, töbe töbe yazarken bile iğreniyorum. İşte bu New Age vs.
aydınlanmış heriflerin amacı bu. Yani dünya o kadar kötü bir durumdaki, bizi
ancak tek devlet düzeni kurtarabilir. Yani yazımın ortalarında belirttiğim
gibi, Bush o kadar kötü yönetiyordu ki, yerine Obama geldi. Ecevit ve koalisyon
o kadar kötü yönettiler ki yerine Tayyip Erdoğan geldi. Nasıl basit ve ucuz bir
sistem dimi? Ama bir görebilsen bunu, ah bir görebilsen dünyayı değiştireceksin
ama zor, çok zor.
İşkence yapmayacağını Cenevre Sözleşmelerinde taahhüt eden
ABD, yıllar önce Irak’ta esir alınan Amerikan askerine yapılan muamelenin sözleşmeye
aykırı olduğunu söylerken aynı ABD Afganistan’da, Irak’ta, Guantanamo’da
yaptığı muamele için ‘onlar yasadışı savaşçılar’ açıklamasıyla ikiyüzlü, zalim
siyasetini bir kez daha göstermiştir. Ve tabi sevgili Avrupa’nın sevgili cevval
bürokratlarının ‘yalan’ tepkileri de işte bu şekilde ortaya çıkmıştır:
Dördüncü Cenevre Sözleşmesine göre, "Şayet ihtilâfa
dahil bir Taraf kendi toprağında işbu Sözleşme ile himaye gören bir şahsın
ferdî olarak devlet emniyetine zarar verecek faaliyette bulunduğundan haklı
olarak şüphe etmek için ciddî sebeplere sahip olursa veya bu faaliyette
bulunduğu sabit olursa bu şahıs, tatbik edildiği takdirde devletin emniyetine
zarar getireceğinden işbu Sözleşme'nin bahşettiği hak ve imtiyazlar üzerinde
hiçbir iddiada bulunamaz...Mamafih, bu hallerin her birinde, yukarki bentlerde
zikredilen şahıslara insanî muamele yapılacak[tır]." (4. CS madde
5)
4. CS ile korunmayan
başka iki grup daha vardır:
- Sözleşmeye bağlı olmayan bir Devletin
vatandaşları Sözleşme tarafından korunmazlar.
- Savaşan bir devletin topraklarında
bulunan, tarafsız bir devletin vatandaşları ile savaş-ortağı bir devletin
vatandaşları, eline düştükleri devlet nezdinde kendi devletlerinin normal
bir siyasî temsilciliği bulunduğu müddetçe, himaye görecek şahıslar olarak
telakki edilmezler (madde 4). Neredeyse hemen her devletin diğer devletler
nezdinde diplomatik bir tanınmışlığı bulunduğundan, çoğu tarafsız devletin
vatandaşları, bir savaş bölgesinde iseler 4. Cenevre Sözleşmesi'nden
hiçbir koruma bekleme hakkına sahip değillerdir.
ABD'nin Teröre Karşı Savaş 'ı gibi bir
çatışmada birçok yasadışı savaşçı,
ya uyruklarından dolayı bu onlara esirgendiğinden (aşağı bölümlere bakınız), ya
çok tehlikeli bulunmaları nedeniyle Madde 5 uygulamaya sokulabildiğinden ya da yasal savaşçı teriminin sözlük
anlamına uymadıklarından (bir Taraf'ın silahlı kuvvetlerine mensup değillerdir,
üniformaları yoktur, "uzak mesafeden ayırt edilebilecek sabit bir
işaret" taşımazlar), Cenevre Sözleşmelerince bahşedilen korumadan yoksun
bırakılmıştır.
Yani özetle ne imiş bizim işkenceye maruz kalan
insanlarımız? Yasa dışı savaşçılar! Yani ben bu adamları bin yıl daha işkence
altında tutabilirim. Çünkü ben sapık ve şeytanlaşmış insanlar tarafından
yönetilen bir sistemim. Haliyle bu yaptıklarım sizi korkutmamalı. Hala korkuyorsanız,
merak etmeyin yakın gelecekte sizlere yeni bir şey bulduk, kapital düzenden
daha geniş, daha iyi bir şey. Tek din, tek devlet! Bunu da geçenlerde pek
saygıdeğer, pek kıymetli başbakanımız dile getirmişti dimi? Tesadüftür canım,
ne işi olur bizim başbakanımızın zulümle, işkenceyle namazında niyazında adam
hiç Müslüman kanı dökülsün ister mi? Hiç zulme uğrayan Müslüman halklara işkence
edilmesine göz yumar mı?
Guantanamo’da uygulanan işkence ile ilgili gardiyan Nelly
mahkumlara fiziksel ve psikolojik işkence yaptıklarını itiraf etmiştir. Al burdan
bak neler anlatmış Brandon Nelly. http://fotogaleri.haberler.com/gardiyan-guantanamo-da-iskenceleri-anlatti/
Okurken bile kanı donuyor insanın, yapılır mı ulan bu
diyorsunuz dimi? Ve yarın çok değil sadece yarın aynı işkencelere maruz
kalabileceğinizi bir düşünün. Evet, gerçekten bunu bir kez olsun yapın. Ama tam
anlamıyla! Ve yarın bu dünya öyle yaşanacak bir dünya haline gelir ki; şaşar
kalırsınız. Ama bunun için önce ‘insan’ olmanız gerek. Önce işinizi,
kariyerinizi, varlıklarınızı, ailelerinizi kaybetmeyi göz almanız gerek. Gerekirse
ölmeyi göze almanız gerek ki o zaman bu güç sizleri yani bizleri başarıya
ulaştırsın. Gizli bir örgüt veya silahlı bir örgüt değilsiniz. Sadece insan
olun yeter. Sadece onurunuzla mücadele edin yeter. Ve bunu yaparken, sosyalist,
kapitalist, komünist, hümanist vb. bütün sonu ist’le biten tanımlardan
kurtulun. İşte size reçete, işte size çıkış yolu. Çok havada kalıyor gibi dimi?
Somut değil dimi? Somut aslında, hem de size sunulan o bütün …ist’lerden daha
somut. Ve bunu ancak gerçek bir ‘insan’ olduğunuzda anlayabilirsiniz.
İşkencenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Antik Yunan’dan
Orta Çağ’a ve günümüze uzanan bir yöntem. Yani en başından beri söylemeye
çalıştığım gibi, hiçbir şey değişmedi. Sadece tanımları ve insanları aldatma
yöntemleri değişti. Eski Yunan’da işkence yalnız köle ve yabancılara
uygulanırdı. Bakın bugün de farklı değil. Roma’da ise sınırlar biraz daha
genişletilmiş bir şekilde köle, yabancılar, sanıklar, şahitler ve hatta
şüphelilere de uygulanırdı. Bakın günümüze sizce farklı mı? Fiziksel bir şiddet
uygulanmasa bile (ki uygulandığı anlar var) psikolojik işkenceyi uygulamıyorlar
mı? Guantanamo'da ezan okunurken söylenen şarkılar, namaz kılanların üzerine
tutulan sular, Kuran yırtıp parçalamalar, yere atılan okun Mekke’ye kaç km.
olduğunu yazan yazılar ve daha niceleri, işkence değil mi? Şimdi bunu yapan
bugünün ileri demokratik, gelişmiş süper gücü Amerika değil mi? Evet, e öyleyse
be adam, ne farkı var Antik Yunan’dan eski Roma’dan? Peki ya Orta Çağ Avrupası’nda
durum nasıldı? Kilisenin önderliğinde kurulan Engizisyon Mahkemeleri ne tür
işkenceler yapıyorlardı? İşin ilginç bir yanı da, dönemin filozoflarından
Aritotales ve Bacon da bu işkenceyi güvenilir bir yöntem olarak
benimsemişlerdir!
Yani demem o ki sevgili okurlarım, siz iyisi mi bunların
hukuk anlayışına, süslü sözlerine falan aldanmayın. Hâlâ, ama onlar bilimde ve
teknolojide ne kadar ileriler görmüyor musun? Dünyamız için nasıl da
çalışıyorlar!? Sen tam bir taş kafasın diye bana veryansın ediyorsun. Dön etrafına,
bak bakalım senin bugün ileri dediğin ülkelerin nasıl cani olduklarını gör! Bak,
senin dünyan için çalışanların o güzel dünyayı nasıl elleriyle yok ettiklerini
gör! Bak, sana demokrasi, kardeşlik, özgürlük, barış naraları atıp nasıl
işkenceler yaptıklarına, masum insanları nasıl yok ettiklerine şahit ol! Ve akıllan
artık. Sana sunulan bu süslü sözlerin hepsi yalan! Ve artık doğru yolu kendin
bul. Bugün uzayda hayat arayanlar, bir kez Guantanamo'ya gitsinler ve gerçekten dünyada hayat var mı, ispatlasınlar.
Her birinizi sevgiyle selamlıyorum canlarım.
11 Haziran 2012 Pazartesi
Hepimiz Uzaylıyız
Merhaba ışıksızlar. Işığınız bol olsun diyerek yazıma
başlıyorum.
Henüz ilkokuldayken sınıfımızın panosunda bulunan çağ
şeridine bakıp ‘öğretmenim yakın çağdan sonraki çağ ne olacak?’ diye sormuş ve
‘uzay çağı evladım’ yanıtını almıştım. Sonra bir an aklıma turist Ömer Uzayda
filmi gelmişti ve korkmuştum. Uzaylıların bizi kaçırabileceğini falan
düşünüyordum. Çocuktum, izlediğim bir filmden işte böyle olumsuz etkilenmiştim.
Aslında olumlu gözüküyor dimi? Sonuç itibariyle ‘uzaylı vardır ve dünyamızı onlardan
korumalıyız’ düşüncesiyle birlikte temkinli olmayı öğretiyorlardı çocuklara. Ne
ile? Medya ile. O zamanlar sinema filmleri daha revaçtaydı, şimdiki gibi
internet olmadığından dolayı, internet gazetelerinde hemen hemen her gün veya
en az haftada bir kez ‘bilmem nerede ufo görüldü’ başlıklı haberler yoktu. Buna
rağmen beni ve yaşıtlarımı etkilemeyi başarmışlardı. Bilemediğimiz birçok
kişiyi de tabii.
Baştan söyleyeyim, uzaylı falan yok kardeşim. Öyle bir
zamanı yaşıyoruz ki, uzay çağı falan değil bildiğin kıyamet çağı sanki. Her
yerde ayrı bir grup var, kendince açıklamalar yapıp inandırmaya ya da inkar
ettirmeye çalışıyorlar. İnandırmak isteyenler hiçbir delile dayanmadan üstelik
deliller uydurarak bu konuyu ele alıyorlar. İnkar etmek isteyenler ise hiçbir
delile dayanmadan inkar ediyorlar. Bir de kafası karışmış arada kalmış bir grup
var. Bunlar ne inkar ediyorlar, ne kabul ediyorlar. En tehlikeli grup aslında
bu son saydığım. Çünkü inandırmak isteyenlerin yalanlarına ve uydurmalarına
tabi olabilir, yanlışa düşebilirler.
Bir tane hadis var, bu konuyla ilgili araştırma yaparken
rastladım. Bilenleriniz hemen hadisin kimden rivayet edildiğine bakacaklar ve
ne bulacaklar? Hiçbir şey! http://www.forumalev.net/uzay/271778-hz-muhammed-s-a-v-efendimizin-isaret-ettigi-uzaylilar-mi.html Okudunuz ve sonunda ne gördünüz? Yahudi alimleri Tevrat’ta bu bilgiye işaret
eden bir ayetin olduğunu söylemişler ve peygamberimize doğru söyledin demişler.
Bir taşın altından daha Yahudi çıktı gördün mü? Düşmanlık beslemiyorum elbette.
Ama bunlar kadar tehlikeli bir kavim daha var mıdır orası da apayrı bir konu. Madem doğru söyledin diyorsun da neden tabi olmuyorsun? Yok, o işine gelmez dimi? Neyse devam edelim.
Kuran’da geçen bir iki ayeti ‘uzayda hayat var efendim,
uzaylılar var işte kanıtı’ diye yorumlayanlar var. Allah alemlerin Rabbidir.
Evet, doğrudur ama sen bu 'alemler' sözünden uzaylı olduğunu sonucunu mu çıkardın? Sadece
dünya yok bu alemde, güneşi var, ayı var, venüsü var, yıldızı var, atmosferi
var, stratosferi var, var anam var. Ama bir başka canlı yok kardeşim. Varsa da
sen bunu gözünle göremezsin. Cinleri göremediğin gibi bu tip varlıkları
(varlarsa eğer) görmeye gücün yetmez. Gökyüzünde bir cisim görüyorsun buna
tanımlanamayan cisim diyorsun. Şimdi sen bunu tanımlayamadın diye bu uzaylı mı
oluyo kardeşim delirtmeyin insanı. Teknoloji ölen şarkıcıların hologramını
yapıp konser verdirtecek kadar gelişmişken bakınız; http://www.youtube.com/watch?v=TGbrFmPBV0Y
sen gökyüzünde gördüğün ışığı uzay mekiği la bu diye mi yorumlayacaksın? Sakın!
Sakın böyle bir yanlışa düşme kardeşim. Aman derim. Uzayda hayatın varlığını
ispatlamaya çalışanların üstün teknolojiyle gökyüzünde ışıklı bir cisim
uçurması kadar kolay bir şey yok. Zaten nedense hep gökyüzündeler diye alay
edenlere yıllar önce bakınız;
bu şekilde yanıt verdiler. Yakaladıkları uzaylıyı otopsi
ederkene. Al videosunu da izle http://www.youtube.com/watch?v=SlHLlkpr0-Y
Bunlarla alay eden yazılar kaleme alındı, filmler çekildi.
Ne var ki, inanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Ve ne var ki, 'ya aslında
olabilir de bilmiyoruz yani' diyenlerin sayısı da artıyor. Çünkü kafaları
karışmış bir durumda. Uydurma hadisler, yalan beyan veren din adamları vs.
açıklamalar bu 'arada' kalan grubu olumsuz etkilemekte. Bu grupta bulunanlara
sesleniyorum. Zaten uzaylıların varlığına inanların başka amaçları var. Onlarla
kalkıp, uzaylı yok kardeşim bak seni aldatmışlar tartışmasına girmem. Zaten
adamın amacı seni bu yalana inandırmak. Seni çıkarları uğruna kullanmak. Beyaz
yaka olarak çalışanlara bir bak şöyle, yogalar, ışık kardeşliği, reenkarnasyon
seminerleri vs. ne kadar saçma sapan uydurulmuş ve adına bilimsel denilmiş kirli
bilgiler varsa bunları paylaşıyorlar. Gizli bir örgüt falan değiller. Bu
konulara biraz meraklı bir arkadaşın seni önce bir toplantılarına götürüyor.
Sonra konularında uzman beyin yıkayıcıları yavaş yavaş başlıyorlar seni
işlemeye. Sende zaten sağlam temeller üzerine oturmuş bir inanç yoksa, hop bir
anda onların sadık bir üyesi haline geliyorsun. Ve başlıyorsun propagandalarını
yapmaya. Yok, ne imiş benim bir arkadaşımın hocası 40 gün hayvansal ürün
yememiş ve bir gün dolabında cin görmüş. Bakınız; http://www.rehberim.net/forum/islam-ve-insan-216/812798-insanlar-cinleri-gorebilir-mi.html
şimdi bunun gibi bir sürü bilgi kirliliği arasından doğru ve gerçek bilgiye
ulaşmak zor. Hele ki günümüz dünyasında.
Bir de bunların ASHTAR SHERAN’ları var. evrendeki çeşitli yıldız sistemlerinden gelen
uzaylı grupların meydana getirdiği Galaktik Federasyona bağlı Uzay Donanmasının
komutanı. Güzel çocuk lan. Bak aynı
insan gibi. Göğsünde de siyon yıldızı var komutanın. İsrail komutanı sanki
pezevenk.
Bir de bu komutan bazen insanlarla iletişime geçiyor.
Röportajları falan var. http://www.gnoxis.com/ashtar-sheran-den-mesajlar-27289.html
dikkatlice okumanızı istediğim bir bölüm var İNSAN OLMAK başlığı altında
verilmiş;
''Yöneticiler konuşuyor, halklar susuyor. Dünyada anlayamadığımız bir kayıtsızlık ve umursamazlık hüküm sürmekte, kitlelerin dikkati olumsuz şeylere çekilmekte, bu amaçla çeşitli sektörler geliştirilmektedir. Bu arada kulis arkasında çevrilen işler, döndürülen dolaplar halklardan gizli tutulmaktadır. Oynanan namussuzca bir oyundur. Tüm dünyada kokuşmanın getirdiği pis bir esinti hüküm sürmektedir. Her siyasi akım mutluluk formülünün kendinde olduğuna beşeriyeti inandırmak istiyor, bunlar yönetici sınıfların yerlerini korumalarını sağlayan yöntemlerdir. “Kendini bilmek” kimseyi ilgilendirmiyor, olumluya, iyiliğe ve insanlaşmaya doğru en ufak bir çaba harcanmıyor. Siz insan tabirinden ne anlarsınız ki? İnsan evrenin en zeki varlığıdır, siz sadece beşersiniz!
Binlerce ışık yılı uzaklıktaki uygarlıklar size yardım için Tanrısal mesajlar getiriyor, astronot ve misyonerler yolluyor, ama filozoflarınız getirdiğimiz yasaların zamane öğretmenleri tarafından icat edildiğini ileri sürüyorlar. İşte sizin teşekkür tarzınız bu! Oysa On Emir yüksek bir uygarlığa erişmiş gezegenlerdeki dinlerden gelmiştir, bu emirleri bir uzay gemisiyle getiren bizlerdik. Dünya tehlikededir ve tehlike giderek büyümektedir. İster kabul edin, ister etmeyin bizler İlahi Hiyerarşilerin elçileriyiz! Şimdi sorularınızı cevaplayabilirim.''
''Yöneticiler konuşuyor, halklar susuyor. Dünyada anlayamadığımız bir kayıtsızlık ve umursamazlık hüküm sürmekte, kitlelerin dikkati olumsuz şeylere çekilmekte, bu amaçla çeşitli sektörler geliştirilmektedir. Bu arada kulis arkasında çevrilen işler, döndürülen dolaplar halklardan gizli tutulmaktadır. Oynanan namussuzca bir oyundur. Tüm dünyada kokuşmanın getirdiği pis bir esinti hüküm sürmektedir. Her siyasi akım mutluluk formülünün kendinde olduğuna beşeriyeti inandırmak istiyor, bunlar yönetici sınıfların yerlerini korumalarını sağlayan yöntemlerdir. “Kendini bilmek” kimseyi ilgilendirmiyor, olumluya, iyiliğe ve insanlaşmaya doğru en ufak bir çaba harcanmıyor. Siz insan tabirinden ne anlarsınız ki? İnsan evrenin en zeki varlığıdır, siz sadece beşersiniz!
Binlerce ışık yılı uzaklıktaki uygarlıklar size yardım için Tanrısal mesajlar getiriyor, astronot ve misyonerler yolluyor, ama filozoflarınız getirdiğimiz yasaların zamane öğretmenleri tarafından icat edildiğini ileri sürüyorlar. İşte sizin teşekkür tarzınız bu! Oysa On Emir yüksek bir uygarlığa erişmiş gezegenlerdeki dinlerden gelmiştir, bu emirleri bir uzay gemisiyle getiren bizlerdik. Dünya tehlikededir ve tehlike giderek büyümektedir. İster kabul edin, ister etmeyin bizler İlahi Hiyerarşilerin elçileriyiz! Şimdi sorularınızı cevaplayabilirim.''
Ben de diyorum ne zaman
gelecek bu Yahudi propagandası. Ben uzaylıyım ve bir komutanım. Göğsümde siyon
yıldızı dilimde On Emir! Ulan aklı başında olanın çok affedin ama götüyle
güleceği şeyler bu paylaşılanlar ama ne var ki, bunlara inananların sayısı hiç
de az değil! Paylaştığım son linkteki yorumları ve ufoloji başlığı altındaki
takipçilere ve yazıların izlenme sayılarına bakarsanız anlayacaksınız. Ve
sadece bir forum sitesi bu. Sadece bir tane...
Bir de bunların Ekin
Çemberleri diye adlandırdığı bir hikâyeleri daha var. Hani belli aralıklarla
bilmem nerede bir gecede beliren şekiller başlığıyla sunulan haberler var ya ha
evet onlar işte. Yıllar yıllar önce bilmediğimiz hatta duymadığımız illuminati
kartları var ya işte orada göstermişler bunu. http://www.youtube.com/watch?v=iKDHZI0jvPk
ahanda resmi de burda.
Zaten bu kart hikayesine de pek inanmamıştım ya neyse.
Şimdi bu ekin çemberleri bir gecede oluşuyormuş. Tarlalarda, nadiren de olsa
ağaçlarda ve karlı zeminde oluşabiliyormuş. Hatta ve hatta söylentilere göre
geçmişi taaa 1670’e dayanıyormuş. İnsan eliyle bu çizimlerin yapılması
imkânsızmış. Kesinlikle uzaylılar yapıyormuş bunları.
Bu uzaylılar manyak abi. Valla bak, sağlıklı yaratıklar
değil. Kardeşim senin ne işin var bizim tarlada, tamam hadi geldin, niye
çiziyosun tarlamı? Ekinleri çal, ye, talan et anlarım da bu nasıl bi
medeniyet ulan, tarlama gizlice gelip şekil çiziyosun. Düşünsene hırsız evine
giriyor. Duvarda asılı duran bilmem kaç bin dolarlık tablo; hırsızımız bir
elinde fenerle tabloya bakarken diğer eli çenesini ovuşturmaktadır. Ve
çuvalından çıkardığı tual ve fırçasıyla başlar tabloyu değiştirmeye. Sonra işi
bitince basar gider. Ertesi sabah ev sahibi uyanır ve! Aman Tanrım evimizi
uzaylılar istila etmiş kalk Nurten kalk hemen gazeteleri arayalım ve haberi satalım.
Bak ciddi söylüyorum giricem bu işe. Tarla alıcam önce, sonra bi piç mimar
arkadaşım var zaten. Çizdiricem tarlamı sonra sat haberi yerli yabancı basına,
oh mis gelsin paralar. Bak bu olay biraz duyulsun Anadolu’da dediğim gibi
yapılmazsa gelin suratıma sıçın.
Yazarken kendini doğrulayan da bir ben varım herhalde.
Burdan http://www.haber7.com/haber/20051108/Bilimi-caresiz-birakan-cemberler.php isteyen haberin tamamını okusun isteyen
sadece '…Ve Sır Perdesini Aralayan İtiraf' bölümünden itibaren başlasın.
Yazdıklarımın kanıtı olan bilgileri vermiş haberi yapan kişi.
Bu konuyla ilgili yazmadan önce de soruyordum kendime yahu
yok diyorum, varlığına kesinlikle inanmıyorum, karşıma çıksa ‘hey dünyalı
korkma biz dostuz’ dese siktir ulan derim elimde taş varsa atarım belimde kemer
varsa vururum sırtına (çöpçüye selam ehehe) Neden mi yok derim? Kardeşim
yıllardır uzay araçları uzayda araştırma üzerine araştırma yapmıyor mu?
Yapıyor. Milyonlarca görüntü kayıtları yok mu? Var. Bu ipne uzaylıların mekanı ‘uzay’
değil mi? Evet, uzay. E be gerizekalı o zaman bunları neden uzayda hiç göremedik
de hep dünyada görüyoruz? Biz mi uzaylıyız lan yoksa, kafam iyice karıştı
derken bir de ne göreyim, Amerikalı astronot Dr. Richard Richards (Türk olduğunu
düşünüyorum Kazım Kazım’ların akrabası olabilir) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17633199.asp
ahanda burda der ki; ‘33 gün uzayda kaldım uzaylı falan görmedim.’
Bak kardeşim, bu heriflerin hepsi güzel şeyler söylüyor.
Sevgi, kardeşlik, insanlığın aydınlanması, bıdı bıdı. Bunların hepsi kulağa hoş
geliyor dimi? Evet. Sen hiç birinden duydun mu, oraya gelicez ananızı … diye? Duymadın.
Duymazsın da zaten. Çünkü seni ancak ve ancak böyle tatlı dille, maskelerin
altında saklı yüzlerle kandırabilirler. He neyi kandıracaklar sen eğer salaksan
ve önüne konulan her tabağı yiyorsan. Sen zaten kendini, karakterini
tamamlayamamış bir yavşaksın. Senin kandırılmana gerek bile yok. Ama benim en
büyük korkum gerçek anlamda sağlam karakterli insanların bu gibi sapkın
yolların arayışına girmesi. İşin en acı olanı ise zaten böyle bir yolun
varlığı. Benim düşünceme göre canlar, İslam tam anlamıyla, bütün hükümleriyle
uygulanırsa dünya feraha kavuşur. Nasıl mı? Bak bir küçük örnek sadece. Ben bir
bilim adamı veya âlim değilim. Bildiklerimi ve düşüncelerimi paylaşıyorum
sadece. Katılırsın veya katılmazsın saygı duyarım. Ama kardeşim lütfen bir iki
dakika dürüstçe düşün.
Yahu asırlar öncesinde krallıklar, imparatorluklar yok
muydu? Vardı. Hani şu normal, sadece bir vatandaş kavramının olmadığı. En alt
tabakanın ‘köle’ statüsünde olduğu. Hemen hemen hiçbir hakka hukuka sahip
olmadığı bir düzen yok muydu? Vardı. Ve bu düzen ne ile yıkıldı? İnsan hakları,
adalet, demokrasi, özgürlük vb. insan eliyle ortaya çıkarılmış bir sistemler
bütünüyle. Bu sistemler işe yaradı mı kardeşim? Kapitalizm, sosyalizm,
komünizm, liberalizm vb. ne kadar …izm varsa kullanıldı ve işe yaradı mı?
Hayır. Peki bir şey değişti mi? Yine hayır. Yine halk, yine en alt tabaka ‘köle’
statüsünde kalmaya devam etti. Yine zenginler güçlenmeye yine zulmetmeye devam
etti. Ama bir değişiklik vardı sadece, insanlara aslında onların seçme hakları
vb. bir sürü hakları olduğu inancı aşılandı. Bir iki ülkede bir iki sade vatandaş mahkeme kazandı diye sen ‘bu sistem işte en doğrusudur, bak nasıl da
adil bir sistem’ der isen, senin de kafana sıçarım.
Şimdi ben bu insanların elleriyle ortaya çıkardıkları
sistemlerle birlikte dünyanın sonuna gidiyorum. Nesiller tüketiyorum, doğayı
tüketiyorum. Son asırda özellikle en hızlı bir şekilde yok ediyorum. Kendi ellerimle
yapıyorum bunu. Şimdi desem ki ben bu dünyayı İslami kurallara göre yöneticem.
Desem ki, Kuran hükümleriyle, hakla, adaletle yöneticem. Bana derler ki, sen
gelirsen dünyanın sonu gelmeyecek mi? Ben de derim ki, gelecek kardeşim
gelecek. Ama benim uyduğum hükümlerle yönetilirsen, zengin malının zekatını
verecek, israf etmeyecek, adalet bütün kesimlere eşit ölçüde uygulanacak vs.
ama sen diyeceksin ki, sen gelirsen ben ne sakalımı kesebilirim, ne bıyık
bırakabilirim, ne etek giyebilirim, ne sevişebilirim, ne alkol alabilirim, ne
de kötülük yapabilirim. Yok yok sen iyi bir sistem değilsin git, defol buradan.
Biz şeytanlarımızla mutluyuz. Bundan dolayı da senin inancını yalanlamak için
kıçımızı yırtıyoruz, milyar dolarlar harcıyoruz da uzayda hayat arıyoruz. Senin
sözlerini kullandığımız ama kendi bildiğimizi okuduğumuz zalim bir sistem
geliştiriyoruz. O yüzden bizden uzak dur. Biz bilim insanlarıyız, mantığa
dayalı hareket ediyoruz. Bu yüzden her gün yüz binlerce çocuk ölüyor açlıktan,
nükleer sızıntılardan, ortaya çıkardığımız 'sırf ilaç satmak için' yaydığımız
virüslerden, terörist ataklara maruz kaldığımızdan dolayı -sırf nükleer
silahlar üretilmesin- diye giriyoruz ülkelere, öldürüyoruz masum insanları. Ve üzülmüyoruz
onlar için, biz dünyamızı kurtarmanın peşindeyiz. ‘’Onlara: «Yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın!» denildiği zaman: «Biz ancak düzelticileriz» derler.’’
(Bakara Suresi 11. Ayet)
Bunun gibi birçok delille onların karşısına dikilsen de işe
yaramaz. En basitinden, herhangi bir ‘şeye’ inanmış bir yakınının düşüncelerini bile değiştiremezsin. Sen anlatırsın o dinler, o anlatır sen dinlersin. Sen kendi
doğrularını söylersin o kendi doğrularını ve ta ki ölüm gelip çatıncaya dek
anlaşamazsınız ve bu yüzdendir ki; ‘’Şüphe yok ki, Allah, onların aralarında
ihtilaf edip durdukları şeyle hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör
olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.’’ (Zumer Suresi 3. Ayet)
Sonuç olarak canlar, elbette ki uyanık olun ve elbette ki
önce kendinizi düzeltin, dosdoğru olun ve sonrası zaten gelecektir. Tüm bu
olumsuzluklar, türlü komplo teorileri, ürkütücü masonik ritüelleri,
spiritüalist yaklaşımlar, tek dünya devleti adımları vs. ne varsa insan eliyle
ortaya çıkarılan, bunların hiç biri sizi ürkütmesin, sadece ve sadece Allah’a
sığınmış bir kalpten daha güçlü ne olabilir ki?
‘’ Ve o halde sen Allah'a güven. Çünkü sen, apaçık hakikatin
üzerindesin.’’ (Neml Suresi 79. Ayet)
Selametle canlar. dur bak bitirirken aklıma geldi. Ulan bu kadar uzaylı karşıtı yazı yazıyoruz ya, bunlar yarın öbür gün Taksim'de toplanıp protesto yürüyüşü falan da yaparlar. Hatta ele geçirdikleri dünyalı vatandaşları da 'Hepimiz Uzaylıyız' diye pankart açarlar. Olur mu olur olum Türkiye burası, haydi eyvallah ışıksızlar muccoh.
4 Haziran 2012 Pazartesi
Satılmamış Abbas'ın Satılmamış Medyası
Selam güzellikler. Evet, biliyorum neden bu hafta kitap önermedin diye soruyorsunuz. Hemen söyleyeyim canlar, bilmediğiniz gibi ben çalışan biriydim. Ta ki geçtiğimiz Perşembe gününe kadar. Haliyle işten ayrılık süreci biraz yazılarımın gecikmesine neden oldu. Bir diğer yandan yazmakta olduğum kitabımla uğraşırken aynı zamanda bir çok başka iş de yapmaktayım. Haliyle tam anlamıyla yazacak durumda olmadığım zamanlarda yazmaktan kaçınıyorum. Ama şu anda öyle deli bi form tuttum ki. Abbas Güçlü’ye ve satılmamış medyasına fena giydiricem hazır olun!
Misafir odasında oturmuş kitabımı okurken kulağım Abbas Güçlü’nün Genç Bakış’ına takıldı. Konuğumuz Kemal Kılıçdaroğlu. Bilmeyenleriniz için söylememe gerek yok dimi, hani medya çalışanlarının genelinde vardır ya bu ‘halkı aptal yerine koyma’ alışkanlığı. Hani çok ünlü birini bile tanıtırken, ‘bilmeyenleriniz için söylemekte fayda var’ deyip aslında herkesin gayet iyi bildiği boktan bi bilgiyi paylaşırlar. Bu her zaman vardır onlarda. Kendilerini hep üstün görürler fakat sorarsan ‘aa olur mu hiç canım, ben neysem oyum’ gibi kendilerince iç rahatlatıcı cümleler savururlar. Medya çalışanları derken bizim kameraman Nusret Abi’den bahsetmiyorum tabiki, garibim ne bilir öğle yemeğinde Dukan Diyetine uygun yengeç bacağı yemeğini. Saldırır kuru fasulye pilava, işte aslında ne ise o olan Nusret Abi’dir.
Bunların program sunucuları falan böyle manken gibi hatunlardır. Bilgilerinden çok güzellikleri ön plandadır. Zaten görsel medya neyi kullanacak kardeşim? Tabi ki, görselliği. Habercisi haberi vermez, haberi yorumlar. Daha doğrusu habercisi haberi verir, o haberi hazırlayanlar yorumlayarak halkın önüne sunar. Tabi her yayın grubu kendi açısından bu haberi yorumlar. Şimdi ana haber bülteninde amaç haber vermek midir yoksa yorumlamak mı? Haber vermek değil mi? Ama sen hiçbir zaman o haberin sadece verildiğine şahit olamazsın. Tabi konu önemli değilse yani taraf olan bertaraf olmayacaksa, mesela şu sıralar Suriye’yle ilgili yapılan bütün haberlerde ortak bir kızıştırma çabası var. Örneğin, Suriye sınırında yangın! Alevler Türkiye’ye ulaştı! Yangına müdahale edilmiyor!!! Edilemiyor değil, dikkatli oku, edilmiyor! Kim etmiyor? Aha bu ipne! Suriye! Vay ipne Suriye seni, oğlum lan 72 saatin var bak! Ettin ettin yoksa sıkarım topuklarına! Şimdi muhtemelen yarına bu haberin manşetinde yazanı okuyamayacaksınız ama şu anda benim de söylediğim gibi ‘yangına müdahale edilmiyor’ yazıyor al bak http://gundem.milliyet.com.tr/suriye-siniri-alev-alev/gundem/gundemdetay/03.06.2012/1548823/default.htm
Hangi gazete bu? Milliyet. Hmm iyiymiş. Bir zamanlar bu sevgili satılmamış Abbas’ın yayın yaptığı satılmamış Aydın’ın yayın organıydı. Medya çoklarının sahip olamadığı bir güce sahip değil mi? Tek başına değil elbette, kiminle? İktidarla. Hangi iktidar olursa olsun ilk olarak yapılan medyayı ele geçirmektir. Nasıl? Kalkıp silah zoruyla gel lan alıcam seni olmaz. Nasıl olur? Eh anlaşarak, uzlaşarak. Çünkü bu bir danışıklı dövüştür. Bir bakıma ticarettir. Ben eğer iktidarsam yani güç bendeyse, aslında benden daha güçlü olabilecek kadar tehlikeli bir medya silahını kontrol altına alabilmeliyim. Medyanın da işine gelir bu durum. Nemalanacakları bir iktidar en sevdikleri iktidar tipidir. Mesela çok basit bir örnek, büyük takımlardan birinin teknik direktörüsünüz. Antrenmanlarınızı basına kapalı yapıyorsunuz. Hem de hepsini, dolayısıyla basın mensupları takımla ilgili doğru bilgiye erişemiyorlar. Ne yaparlar? Yalan haber! Ya da bir maç mağlup olsun takımınız, söylenmedik laf bırakmazlar. Neden? Sen git ki, yerine gelen hoca bize açsın idmanları, biz de ekmeğimize bakalım dimi ama canım anlaşmak varken şurda ne diye tartışalım. Aynen bu örnekteki gibidir siyaset-medya ilişkisi. O yüzden sevgili satılmamış Abbascığım hiç boşuna yaygara yapmasın. Anlatıcam ne olduğunu dur acele etme, daha söyleyeceklerim bitmedi.
Yıllar önce bir KanalA çalışanı çalıştığım mağazaya geldi. Ayak üstü sohbet ederken sordum; yani dedim ‘siz şimdi demokrasiden bahsediyorsunuz, iktidarın olumsuzluklarını gösterecek bir haber yapmanıza kanalınız müsaade eder mi?’ ‘Eh kem küm şey yanie tabi biraz sıkıntı, mıkıntı …’ ıkın yavrum evet biraz daha ıkın sıçacaksın birazdan. Eee dedim yani ne? ‘Yani şey tabi ki yapamayız bunu.’ Dedim o zaman ne diye demokrasi çığırtkanlığı yapıyorsunuz? Siz insanları aldattığınızın farkında mısınız? Üstelik bir de İslam’ı kullanarak. Adam neye uğradığını şaşırdı haliyle. Müdürümüzün arkadaşı olduğundan olsa gerek yaygara yapmadı, siz benimle böyle konuşamazsınız gibisinden. Sadece müdürüme; ‘zehir gibi oğlan bu’ dedi gülerek o kızarmış yüzüyle ayrılırken mağazadan.
Bir başka örnek daha vereceğim yine kendi gözlerimle kulaklarımla şahit olduğum bir örnek. Allah’tan yazdıklarımın arkasında durabilecek kadar samimiyim kardeşlerim. Valla bak, o şöyle demiş bu böyle demişleri dinleyip yazmıyorum, konuşmuyorum. Size de tavsiyem budur dostlar. Yanlış da olsa kendinize ait düşünceleri paylaşın insanlarla. Ve şahit olduklarınızı. Şimdi benim babamın berberi 30 lu yaşlarda böyle ajans, cast vs. işlerine meraklı bi abi. Çocuklarını da kaydettirdiği bir ajansı var zaten. Neyse, günlerden bi gün, Kanal D’de yayınlanan bu Şanslı Masa adlı programa katılacağını duyduk. Nasıl yani? O program spontane gelişmiyor muydu? Hani biz bir masaya oturuyorduk sonra onlar oraya önceden konuşlanmış oluyorlardı, ee sonra? Sonra bizi seçiyorlardı sonra oynuyorduk, para kazanıyorduk. Böyle değil miydi yani? Değildi tabi. Ta en başında izlediğimde bu işin spontane olma ihtimali olamayacağını, tabi ki anlaşmalı amatör oyuncularla bu işi yürüteceklerini söylemiştim. Zaten söylediğim her şeye önce ‘komplocu la bu’ diye bakanlar sonra ‘baba haklıymışsın yeaa’ diyo. Maalesef benim babam da bunlardan biri. Velhasıl berber abimizin katıldığı programın çekimleri falan bitmiş, abimiz iyi iş çıkarmış ve büyük ödülün sahibi olmuştu. Ve aylar aylar sonra bir Cine 5 programında canlı yayında, o programın sunucularından biri olan Orçun Kaptan’a programın sunucusu sormasın mı ki, ‘yahu bu sizin program için bi söylenti var, orada yarışanlar aslında böyle castlardan falan toplama adamlarmış’ deyu. Ve bir tiyatrocu, bir sanatçı olan Orçun Kaptan ne yanıt verir? ‘ yeaaa yok öyle bişeeey, ben bazen yarışmacılarla öyle diyaloglar yaşıyorum ki, hangi cast oyuncusuyla öyle doğaçlama bir an yaşarsınız’ Evet, cevabımız gayet net. Yok öyle bişey! Sanatçısı bu hale geldiyse, yazık bu ülkenin geleceğine. Bak yeminle söylüyorum. Çok değil 10-15 sene sonra para kazanma hırsı uğruna yapılanlar o kadar ‘sanat’ için yapılıyormuş haline gelecek ki, bu ülke kim gerçek sanatçı, kim değil ayrımını bile yapamayacak. Manken şarkıcılardan bahsetmiyorum. Onların ayrımını yapabiliyorsunuz çok şükür, bir Müzeyyen Senar’la Petek Dinçöz’ü ayırabiliyorsunuz orada sıkıntı yok. Amma velakin önemli olan nokta, oyuncularda. Şimdi sen Şener Şen’le Orçun Kaptan ayrımını yapabiliyorsun evet, ama 15 sene sonra Orçun Kaptan vb. yeni nesil tiyatrocular şimdinin Şener Şen vb. oyuncularının yerini alacak. Ve sen o zaman kıyaslayacak birini bulamayacaksın. Çünkü doğru sandığın, dürüstlüğüne inandığın oyuncun, sana ekmek parası (biraz pahalı bir ekmek parası) uğruna sana doğruyu söylemekten çekiniyor. Yıllar sonra bunlar çoğalarak devam edecekler. Yazık sana üzülüyorum güzel ülkem.
Gelelim danaya. Dananın kuyruğuna. Ve koptuğu ana. Satılmamış Abbas’ın gençlerinden biri diyor ki; ‘medya satılmış sayın Kılıçdaroğlu …’ derken Abbas müdahale ediyor; ‘Sana söz veriyoruz işte, konuş, başkana yağ yakmayı bırak sorunu sor, eğer sen bize satılmış diyorsan sen satılmışsın’
Zavallı genç! Sen gençsin ulan! Sen nasıl bi sinmiş gençsin de satılmamış Abbas’la tartışamıyorsun! Neyse heyecanlandı abisi sakin ol demeyin bana, zehir gibi olmaları gerekir onların. Ulan onların yaşındayken adamlar ülkeyi kurtarma derdindeydiler. Canlarını kaybettiler. Fatih’ler İstanbul’u fethettiler. O çok övünerek böbürlenerek izledikleri sinemalardan da mı ibret almaz bu gençler?
Aman birader çok şey istiyosun sende deme kardeşim, biraz kaldırsınlar başlarını face’lerden,tivitlerden, porno sitelerinden, tavlalardan, okeylerden, bataklardan, karı kovalamalardan, sahte solculuk oynamaktan, vatanı milleti kahve köşelerinde kurtarmaktan. Somutlaşsınlar! Konuşabilsinler! Tartışabilsinler! Hayatlarını vatanlarına feda etsinler! Aman nasıl olsa benin babam THY çalışanı değil, benim için sıkıntı yok, face’te ileti paylaşırım, tivitlerde durumu eleştiririm, giydiririm akapeye olur biter demesinler! Çünkü böyle yapmaya devam ederlerse, bugün kurtulduklarını düşündüklerinden yarın sorumlu tutulacaklar. Yarın benim gibi bir velet çıkıp babasının karşısına ‘baba sen neden bu ülkenin düzelmesi için herhangi bir adım atmamışken, şimdi oturduğun yerden ahkam kesiyorsun’ diyecek ve sen de dişlerini sıkarak geçmişe dönmek isteyeceksin. Ama üzgünüm dostum olmayacak. Maalesef olmayacak.
Satılmamış Abbas’a ben cevap vereceğim. Ey satılmamış Abbas. Sen program yapıyorsun yıllardır üniversiteleri dolaşıyor, vekilleri, bakanları, belediye başkanlarını konuk alıyor, onları önce bi dinletiyor, sonra da çabuk çabuk öğrencilerin sorularını alıyorsun. Şimdi bu sana göre medyanın, senin satılmayan medyanın halka konuşma fırsatı vermesi, öyle mi? Evet öyle. Peki öyle olsun.
Yazımın başında ne demiştim canlar, medya çok güçlü bir silah, iktidarlar ne yaparlar bu güçle uzlaşırlar, hatta bu güç biraz can sıkıyorsa onları biraz sıkı denetlerler! Her şey yoluna girer. Bakınız Aydın Doğan ve grubu. Şimdi bu iki gücün bir ortak yanı var. Nedir o? Halka söz hakkı vermek! Evet yanlış okumadınız. Yeter söz milletin! Yaygarasını başlatırlar, sanki bu ülkeyi yönetme iradesi milletteymiş gibi. Onlara sorarlar, ne yaparlar? Sorarlar. Evet mi hayır mı? Gayet basit bi soru dimi? Sonra ne derler, millet sözünü söyledi. Ulan milletin ne derdini dinledin, ne sıkıntılarını çözdün ne bişey yaptın, sordun soruyu aldın boruyu gittin. Millete verdiğin söz hakkı bu mu? Diğer bir güç olan medya çalışanlarından satılmamış Abbas ne yapıyor? Sorun diyor! Bak! Konuşun, tartışın değil. Sorun. Siz sorun, zaten hayatı sorulara cevap vermekle meşgul olan, işinin ehli olan, usta ‘siyasetçimiz’ yanıtlasın diyor. Sonra da pişkin bir şekilde medya değil sen satılmışsın diyebiliyor. Şimdi bu programın adı neden Genç Bakış kardeşlerim? Gençlerin bakışlarıyla falan ilgilenen yok ki orada. Zaten hemen hemen her tartışma programına çıkan kelli felli adamlar var. Her yerde nasıl konuşuyorlarsa öyle konuşmaya devam ediyorlar. Bir bakıma idman yapıyorlar.
Ve bugün iktidarıyla işbirliği içerisinde olan yazarlar, haberciler, yayın yönetmenleri, sunucular ve diğer medya çalışanları, gerçeklerin gösterilmesi için hareket etmediklerinden ötürü yarın en ağır cezalarla karşılaştıklarında yanlarında kimse olmayacak. Tıpkı şu anda Silivri’de yatan birkaç iyi gazeteci arkadaşları gibi…
1 Haziran 2012 Cuma
Kürtaj Değil Montaj
Kürtaj konusu dilden dile dolaştı durdu. Ben de bir iki kelam edeceğim haliyle. Konu öyle bir anda gündeme getirildi ki, hani delinin biri kuyuya taş attı kırk akıllı baktı misali, her zaman olduğu gibi biri konuştu, sağ olsunlar don lastiği gibi konuyu uzattılar da uzattılar. Artık her birimiz en az asistan kadın doğumcu bilgisine sahibiz. Ola ki yakınlarınızdan biri doğum yapacak ve hastaneye yetişme olasılığı yoksa, normal doğumu biliyorsunuz. Bir leğen, sıcak su, ıkındırma gibi taktiklerle normal doğum yaptırabilirsiniz.
- Ama efendim olmaz, bu normal doğum anneyi öldürebilir mutlaka sezaryen yapılması gerekir.
- Hayır dedim size hayır! Normal doğum olacak! Bundan sonra herkes anasının vajinasından çıkacak!
Bunun gibi diyaloglara şahit olabilmek mümkün olacaktır yakında.
Kürtaj ilk olarak 1920'de Rusya'da resmi olarak serbest bırakılmış, ardından ne mi olmuş? Bir yılda resmi kürtaj sayısı 700,000 leri bulmuş. Yani olayın suyu çıkmış, kondom sevmeyenlerin uğrak yeri olmuş hastaneler. Bu durum ne kadar doğrudur tartışılır. Bana kalırsa da 'haklı sebep olmaksızın' yapılan kürtaj cinayettir. Doğrudur. Ne var ki benim sorum şu, bunu dile getirecek olan kişi kim? Sağlık Bakanı mı? Milletvekilleri mi? Sivil Toplum Kuruluşları mı? Kim? Tabi her zamanki gibi Başbakan. Allah başımızdan eksik etmesin öyle bilgili, efendim, öyle yetkili ki, yakında düzgün yürüyün lan itneler falan derse şaşırmam. Şimdi bu konunun gündeme geldiği an da komik. Evet evet doğru okudunuz komik. Düşündürücü falan değil. Zaten artık bu kadar basit bir gündem değiştirme oyununu düşünüyorsanız, siz düşünmeye devam edin ben sizi ararım.
Benim ülkemde gündeme konu getirme görevi de Başbakan'a ait. O kadar çalışkan insanlar işte. Halk düşünmesin, soru sormasın aman ne gerek biz onların yerine düşünüyoruz zaten, onlar sadece evet desin hata yetmez ama evet desinler yeter. Öyle bir gündem yoğunluğu var ki bu ülkenin, insanların direkt olarak sadece bir konuya yoğunlaşıp, düşünüp doğruyu bulma şansları yok. Her kafadan bir ses çıkma hadisesi bir süre sonra komik bir hale gelir.
Mesela kürtajla ilgili yapılan haber bültenleri. Hemen tabipler odasından, çeşitli doktorlardan vb. kurumlardan açıklamalar gelir. Ama bir günlüktür o açıklama. Açıklamayı yaparlar sonrası yoktur. O adamları merak ediyorum gerçekten. Nereye kayboluyorlar böyle? Sonra köşe yazarları koştur koştur yazılar döşerler. Yandaşı ayrı yazar, muhalefet gibi gözükeni ayrı yazar, dini açıdan değerlendiren hocalar ayrı yazar. Gördün mü, bir kürtaj maddesinin kırk akıllıyı nasıl peşinden sürüklediğini?
Sonra aslında gündeme getirilmesi gereken olayların; mesela yapılan zamların, mesela memurların grevlerinin, mesela grev yapan THY çalışanlarının haklarının ellerinden alınıp işten çıkarılmalarının, mesela polisin sıktığı biber gazından ölen gencin ve bunun gibi asıl gündemi oluşturan maddelerin bu kadar ucuz bir yolla kamufle edilmesini kutlarlar. Yine kandırdık o salakları deyip, perde arkasında gülerler. Benim halkım da bunların hepsini afiyetle yer.
Ve biri çıkar ve der ki, 'tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar.' Bu nasıl aşağılık bir açıklamadır. Bu nasıl Allah'tan korkmazlıktır. O her iki lafından birini inşaaaalllah diye bitiren bu münafıkların destekleyicileri! Düşünün ki, anneniz, kız kardeşiniz, teyzeniz, halanız, eşiniz, dostunuz tecavüze uğradı. Ve doğurmak zorunda kaldı. Devlet hangi sokak çocuğuna sahip çıkabilmiş de sizin çocuğunuza çıksın. Bu devlet değil mi ki, her yeni dönemde iktidara gelen, bir öncekini itin götüne sokup, onların yaptıklarının tam tersini yapan? Sen nasıl böyle bir devlete güvenip o çocuğu onlara teslim edeceksin? Kaldı ki böyle bir çocuğun doğumunun sende yaratacağı o psikolojiyle nasıl yaşayacaksın? Bu anneler hayvan mı da döllendiklerinde doğursun yeter gerisine karışmasın biz bakarız dedirteceksin? Yazıktır, ayıptır, günahtır. İnsanları 'din kisvesi' altında kandırmayın. Yapmayın, Hayy sizin üzerinize lanet eder. Ama bu durumu görüp de susanın üzerine de lanet eder.
Dünya ülkelerinde bu kürtaj uygulamasıyla ilgili bir harita. http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCrtaj
Şunu tekrar belirtmek istiyorum, geçim sıkıntısı yüzünden çocuk aldırmak günahtır, haramdır. Zevkinin sonucunda o çocuğu aldırmak da günahtır, haramdır. Ama benim kız kardeşim tecavüze uğrayacak ve doğuracak öyle mi? Yok kardeşim doğurtmam ben, cehennemin dibinde yanacağımı da bilsem o kıza bu zulmü yapmam. Ama benim halkım bu konuyu yine şöyle değerlendirecek, bak görüyor musun ne halis müslüman şu başbakan, nasıl da Kuran ayetlerini uygulatmaya çalışıyor. He güzelim he, he yavrum he tosunuma. Aynen o dediğini yapıyorlar. Sen ananın vajinasını göreceğin gün çok geç olacak ama yapacak bir şeyin olmayacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)