4 Aralık 2015 Cuma

SANIRIM ÖZGÜRÜM

Kapıcı Kezban'ın Ümidi


Tam olarak yaşından emin değilim ama annemden belki bir yaş küçük belki bir yaş büyüktür. İsminin sonuna abla değil de başına kapıcı gelmesi ona duyulan saygının ispatıdır. Kapıcı Kezban.

Bir yaz akşamı, oturduğumuz dairenin en üst katındaki komşumuzun balkonundaydık. Bana göre balkondu ama büyük adamlar ona teras demişlerdi ve apartmanın en seçkin ailelerinin akşam çayını içtikleri, kadınların ucuz dedikoduları, erkeklerin ucuz kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı gerçek bir tiyatro sahnesiydi.

Bir gürültüyle aniden ayaklandı herkes. Arka mahallede bir eve odaklandık. Kapıcı Kezban’ın evi. Bağırışlar, küfürler, kırılan cam sesleri, imdat çığlıkları. Annemin işaret parmağını hafiften ısırdığını babamın kaşlarını kaldırıp dişlerini sıktığını görüyorum. Anlayamıyorum. Çocuk aklım ermiyor ne yaşandığına. O evde yaşayan çocuklarla arkadaşlık ediyoruz. Ağabeyim, Nesrinle ilgileniyor bende Melek’e karşı ilgi duyuyorum. Ama Melek benden iki yaş büyük olduğu için –ki bu yaş farkı küçükken çok önemlidir- bana pek karşılık vermiyor. Bir de Ümit var o evde. Beşiktaşlı Ümit. Yarın sokağa çıktığımızda biz hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam edeceğiz. Ama onlar? Onlar mutluymuş gibi yapacaklar, biz üzülmeyelim diye ya da bizden çekindikleri için. Çünkü şeker hastası ve değneklerle yürüyen babalarından yedikleri dayaklardan o kadar çok yıpranmışlar ki, yanlarında ellerimizi şaklatsak korkuya kapılıyorlar.


- Neden böyle anne?
- Bilmem oğlum.
- Yazık değil mi? O adamı hiç sevmiyorum. Zaten sakat, iyice bi dövelim bi daha yapmaz. 
- Şşş sen karışma bakıyım büyüklerin işine, deyip susturdu beni Aynur teyze.

İçimde adama karşı büyük bir öfke duyuyordum. Abim ve arkadaşlarının yanına gidip. Adamı dövme planımı anlattım ama korktular. Babalarımız bizi döver diye korktular. Planım suya düşmüştü ama bundan böyle Ümit’i korumam altına alıyorum düşüncesine kapıldım. Mahallenin lideriydim ne de olsa. Arka mahalle bizim alanımız olmasa da orada da saygıyla karşılanan bir çocuktum. Gücümü babamdan ve ağabeyimden alıyordum. Korkusuzdum. İşler ters giderse beni kurtarırlar düşüncesi beni daha da cesur kılıyordu. Ümit’te ve ablalarında olmayan şey işte tam da buydu. Babasının şiddetinden dolayı içlerine kapanmış, sinmiş ve çaresizlikten başka bir şey hissetmeyen çocuklardı. Bizi onlardan daha güçlü yapan şey kaderlerimizdi belki.

Kendinden büyüklerin sürekli ayak işleri için kullandığı Ümit’e bunu yapmaması gerektiğini söylediğimde yaşadığı endişeyi aklımdan çıkaramıyorum. O minik gözlerdeki korkuyu gördüm. Unutamıyorum.

- Korkma olum, lan sen onların hizmetçisi misin? Bırak sigarasını kendi alsın. İbne herif kendi kardeşini bakkala göndermiyor seni gönderiyor. 
- Ya bi şey olmaz alırım.
- E iyi sen bilirsin.

Sinirlenmiştim. Onu savunmaya aldığımın farkında olmadığı için bana güvenemiyordu. Üstelik benim de karşı çıktığım adam mahallenin delilerinden Yüksel’di. Hemen herkese bir şekilde korku salmıştı. Son zamanlarda onların mahallesinde görünmemden rahatsız olduğundan benim yaşıtlarımla aramı açmak için bin türlü oyun oynuyordu. Nihayet bir gün Ümit’i görmeye gittiğimde çocuklardan biri ‘’bir daha bu mahalleye gelme lan’’ dedi. Yüksel ve diğer çocukların gözü önünde –kaderin de bir cilvesi diyelim- kafasını Ümit’in apartmanın merdivenlerindeki demir korkuluklara sokup dövdüm çocuğu. Sonra Yüksel’e doğru döndüm. Yüzünde pis bir gülümseme vardı. Ümit’in omzuna elimi atıp bizim mahalleye götürdüm. O günden sonra Ümit bana daha çok güvenmeye başladı ve Yüksel’in ayak işlerini yapmayı bıraktı. Yüksel de bizim mahalleye daha çok gelir oldu. Beni de baya sevmeye başladığını görüyordum. Köpekleriyle oynamama izin veriyordu ki başka çocuklara izin vermezdi.

Zamanla Kapıcı Kezban’ın evindeki kavgalar azaldı. Bazen iki haftada bir bazen ayda bir duyardık seslerini. Bir gün apartman yönetimi günlük merdiven silme işinin haftada bir kez yapılmasını kararlaştırdı. Ve okul dönüşü Kapıcı Kezban’ı merdivenleri silerken gördüm.


- Kolay gelsin Kezban abla.
- Sağol canım benim, çok teşekkür ederim. Gel sana bir sarılayım.

Çamaşır suyu kokan eteği ve ıslak elleri arasında kaybolmuştum. Gözleri doluydu. Hani dokunsan ağlayacak noktası var ya, işte tam oradaydı. Yutkundu. Başımı okşadı. Eve giderken hayırdır lan niye beni böyle sevdi ki bu kadın şimdi diye düşünüyordum. Yıllar sonra bu olayı anımsadığımda ya oğlunu koruduğum için ya da ona Abla dediğim için bana öyle sarıldığını düşündüm. Çünkü onu küçük büyük herkes Kapıcı Kezban olarak çağırır, kimse saygı göstermezdi.

Yıllar geçtikçe çocuklar birbirlerinden uzaklaştı. Artık birlikte oyunlar oynanmıyor, sadece karşılaşıldığında selam veriliyordu. İşte dışarıda büyümemizi bekleyen dünya, bizden saflığımızı, mutluluğumuzu alacak ve sahte mutluluklar satmak için mücadele etmemizi ya da ona hizmet etmemizi isteyecekti. Evet, tam orada bekliyordu. Hepimizi yarışlara sokacak olan dünya, Ümit’in küçük kalbinin daha fazla yorulmasını istememiş olacak ki onu aramızdan aldı. Beşiktaşlı Ümit, yüreği büyük Ümit.

Cenazesinde annesinin yorgunluk ve çaresizliği her halinden belli oluyordu. Belki yıllardır oğlunun büyüyüp babasına karşı annesini savunacağı günleri hayal ediyordu. Ama olmadı.
Dünya üzerinde doğal mı yoksa insan eliyle mi yapıldığını anlamak da güçlük çektiğim bu kast sistemi Kapıcı Kezban’ı asla ama asla Kezban Hanım yapmayacak. Toplum ona hep acıyarak bakacak. Ve bir süre sonra sadece bakacak. En sonunda ise hiç bakmayacak. Bilirsiniz ‘’Körler imparatorluğunda gözü olmayan adam kral olur’’


(hayat, devam edecek…)

22 Kasım 2015 Pazar

SANIRIM ÖZGÜRÜM

Doğum Günü


- Yahu sen nasıl bir karaktersizsin. Dört gün önce babanın doğum günüydü ve sadece bir gömlekle geçiştirdin. Şimdi kız arkadaşın için 2,400 liralık bir hediye ha? Sen adam falan değilsin oğlum.
- Ama yani sonuçta o da benim sevgilim.
- Ya bi s.tr git nolur ya. Sen böyle devam et, daha da bir şey demiyorum...

Hava da baya soğumuş. Kendi kendime konuşmayı bırakmam lazım millet deli olduğumu düşünüp ah vah ediyor gibi. Hadi be Erdo, nerdesin be kral götüm dondu burada. Şu Doğubank’ı da ezelden beri sevemedim. Tanıdığın olsa da olmasa da geçiriyorlar gibi hissettirir adama.

Aralık 20, sevgilimin doğum günü. Bugüne kadar hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp elimden ne gelirse yaptığım ve bir süredir birlikte yaşadığım kadın. Bana taşındığı gün mobilyaları almam için yardım ettiğinde ona telefon alacağıma dair söz vermiştim. Bunun için kenara koyduğum parayı kullanacaktım ancak yaklaşık bir hafta kadar önce yurtdışından misafirlerimiz gelince o paradan 600 lira harcamıştım.

Bugün özel bir gün, mutlu olmam gerekiyor ama değilim. Huzursuzum, tadım yok. Ailem ve onun arasında sıkıştım kaldım. Evet, ailem için de yaptığım fedakârlıklar oldu tabi. Ancak bu sefer durum başka. Hayatımda ilk defa birini ailemden önde tutuyorum. Hatta her şeyden daha önde. Ya buna layık değilse? Geçenlerde tartıştığımızda benim kendime güveni olmayan çocuksu bir budala olduğumu söylemişti. Yok canım, kızgınlığındandır o, gerçek olsa neden benimle birlikte olsun değil mi ama? Ulan acaba ağabeyimin dediği gibi, ya benim ona olan sevgimi ve ilgimi seviyorsa? Ya sadece bu hissi yaşamak için benimle birlikteyse? Olabilir mi acaba? Aslında mantıklı he, son ilişkisinde herif baya bildiğin ilgisiz bir odunmuş. Ama onu hala unutamadığını biliyorum. Öyle olmasa fotoğrafları hala neden saklasın? Ayrıca geçenlerde yine mesajlaşıyorlardı.

- Evet canım, mesajlaşıyorlardı ve işte sen böyle birine âşıksın. Hayır, âşık olmanı da geçtim kendini kullandırıyorsun. İşte böyle biri için feda ettiklerine bir bak. Ailen ve kariyerin. Futbol hayatının belki de tam sıçrama yaşayacağın döneminde küçük paralar için yanlış tercihler yapıp saçma sapan takımlarda futbol oynadın ve al sana sonuç. Şimdi alakasız bir tekstil firmasında sırf kulüp başkanı firmanın sahibi olduğu için çalışıyorsun hem de futbol oynuyorsun. Zaten doğru düzgün kazandığın bir para yok, olanı da yine ona harcıyorsun. Sen böyle devam et oğlum aynen böyle devam.
- Tamam ulan sus artık yeter, tamam. Biliyorum ne yaptığımın farkındayım. Bu hediyeyi de içime hiç sinmeden alıyorum. Söz vermiştim, sözümün arkasında durmalıyım. Ben en iyisini yapayım yanlış yapılacaksa o yapsın.
- Ya bir şeyi anlamıyorum, neden? Evet abi neden, buna ne gerek var ki?
- İşte buna cevap veremiyorum. Yok, bunun bir cevabı yok Allah kahretsin ki yok. Ama merak etme, her şey olacağına varır. Ailemi ihmal ettiğimi biliyorum, herkesi geçtim kendimi ihmal ediyorum, biliyorum. Ama düzelecek, her şey yoluna girecek.
- E hadi bakalım…



Ve artık Erdem de geldi!

- Ya kardeşim nerdesin sen, ulan dondum yahu, benim gibi bir adamı bu kadar bekletemezsin abiii.
- Haha kardeşim valla kusura bakma, bugün tahsilat günü biliyorsun.
- Neyse abi sorun değil hadi gidelim şu arkadaşın yanına da bir an önce alayım şu telefonu, daha balon falan almam lazım. Ulan hiç de anlamam bu süsleme işlerinden.
- Kardeşim zor işler bunlar bilirim, Allah kolaylık versin.
- Amin amin, ee sende ne var ne yok? Nasıl yengeyle aranız?
- Kim, ne yengesi?
- Ya yine mi abi? Valla ben böyle bir ilişki daha görmedim, ulan ayrılmak için buluşuyorsunuz sanki.
- Boşveeer kardeşim, umut, şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız. 
- Erdooo vurdu gol olduoo, şair ceketli çocuk seni. Abi şu Cem Adrian’ı nasıl seviyorsun, anlamıyorum. Hadi seni de geçtim Cumhur abinin neyine yaaa Cem Adrian? Abi sen kimsiin yaa? Haha
- Kardeşim götüreyim seni de bigün
- Valla bilmiyorum belki bir gün

Erdem; Vardar Spor’dan takım arkadaşım. Futbol camiası içerisinde nadir bulunabilecek adamlardan. Futbolu bıraktı ama amatör ligde gazetecilik yapıyor. Aynı zamanda muhasebeci. Bir liraya ihtiyacı olsa ve milyon lira emanet etseniz aklının ucundan bile o paraya dokunmak geçmez. Ailesinin borçlarını kapatabilmek için mesailere kalır, kendi için yaşamaz sanki. Aslında benzer yönlerimiz çok fazla. Belki de bu yüzden çok severiz birbirimizi. Bir de sürekli ayrılıp barıştığı bir sevgilisi var. Kız tam bir kariyer manyağı. Gözü yükseklerde ama aynı zamanda kendisini böyle saf bir şekilde seven adamı kaybetmek istemiyor. Sonuçta bu devirde ne kadar kaldık ki?
Herhangi bir konuda yardıma ihtiyacım olduğunda ilk aradığım isimlerin başında gelir Erdem. Sirkeci ve civarında onlarca mükellefi olduğundan her dükkânda mutlaka bir indirimi vardır. Ben de hem indirim yapabilecek hem de güvenilir bir telefoncu arıyordum.

- Selamunaleykum orta doğubank ve balkanların en hızlı telefoncusu
- Vaay, aleykümselam erdem başkan.
- Kardeşim telefonu ayarladın mı?
- Aynen abi burda, nakit olacak değil mi?
- Valla 1,800 lirası nakit geri kalanı kredi kartından çekebiliyor musunuz?
- Olur, abi ama tek çekim olur.
- Fark etmez olsun.

Telefon işini hallettim. Şimdi sırada süs eşyası falan filan almam lazım he pastayı da unutmayayım…

Saat akşam 11’e geliyor, metrobüs bu saatlerde biraz daha durgun. Oturabildiğim için şanslıyım. Yorgunum. Sırtımın tam ortası biraz da kalbimin sızısı canımı acıtıyor. İnsanlar ne kadar da bitkin görünüyorlar. Acaba neler düşünüyorlar şu anda. Mesela şu karşımda oturan kadın, kulaklığını taktıktan sonra nasıl bir transa geçiyor ve uzaklaşıyor metrobüsten? Onun yanındaki amca, elleri
kocaman, tırnakları pis, muhtemelen tamirci. Bu insanlar hayatlarından memnun mu? Acaba ben çok mu lüks yaşıyorum? Kimim ben? Bu insanlara da yardım etmeyi çok isterdim. En azından konuşabilmeyi, dinlemeyi belki sıkıntılarını paylaşmayı çok isterdim. Ama korkuyorum, bir kez sorsam biri ‘’sana ne ulan, manyak mısın nesin?’’ diyecek diye korkuyorum. Neyse çok da fazla düşünmeyeyim ben bunları. Bir an önce eve gidip şu hediyeyi vermek istiyorum ve uyumak istiyorum. Yarın cumartesi ve sabahtan yine işe gitmem gerekiyor.

Nihayet evdeyim. Heh iyi uyumuyormuş.

- Bitanem? Uyumamışsın.
- Evet, arkadaşımla skype’tayım. Neden geciktin?
- İdmandan sonra toplantı vardı bebeğim, hemen geliyorum.
- Hmm peki. Fırında yemek var açsan ısıtabilirim.
- Hayır, hayır aç değilim sen devam et, duşa giricem ben.

Ulan nasıl hazırlanır bu duvar süsleri falan, saat neredeyse 12 olacak doğum günü geçti ya resmen. Koş koş hadi acele et. Hass..tir bu ne lan? PAR-Tİ BU-RA-DA. Hay ananı s..yim ciddi olamaz bu ya, abi ben kıza ‘’happy birthday’’ dedim. Parti burada ne ulan!? Sıçtık. Daha en başından sıçtık. Neyse bırak şimdi partiyi, balonları şişir. En azından onların üzerinde happy birthday yazıyor. BOM! Ah ananı avradını! Lan nasıl dandik bi balon bu yaa!? Lan küçücük balon mu olur fazla mı şişiriyorum lan yoksa, iki kere üfledim patladı. Dur bi bakayım odada mı hala. He iyi hala konuşuyor. En iyisi banyoda şişireyim, yakalanmayım sürpriz bozulmasın. BOM! Tüh senin ben! Hass..tir ya gözüm de acıdı bu sefer.

- Zaya?
(Beni bu şekilde çağırır)
- Efendim.
- İyi misin ne oluyor orada?
- İyiyim bitanem, şey oldu şampuanı düşürdüm.
- Hmm ilginçmiş.

Şampuanı düşürünce bom diye ses çıkıyo değil mi salak herif? Ya sıçarım doğum gününe abi üç tane balon kaldı zaten elimde. Saat 12’ye on var. Ulan dur üç tane falan olsun en azından balon olsun, süs olsun. O bana ne güzel hazırlamıştı ruhum duymadı ulan. Bu kadınlar nasıl beceriyor bu işleri aklım almıyor vallahi. Bu sefer az üfleyeceğim. Heh iyi oldu bak bu sefer, demek bunlar küçük balonlarmış. Eveet bu da sonunc..BOM! aaaaah ah senin ananı avradını gelmişini…

- Zaya! Kapıyı açar mısın lütfen ne yapıyorsun orada!?
- Al açtım, a. Koyayım gözüm açılmıyor! Aaaaah lan Pazar günü maç var yaa! S..yim doğum gününü, al işte sana sürpriz yapacaktım. Al bu hediyen, bu pasta, bunlar balonlar! He dur bir de şu var!
- O ne?
- PARTİ BURADA!
- Hahahahahaha çok seviyorum seni! Hahaha of Allahım yaaa hahaha
- Ya gülme be ölüyorum burada zaten. Açsana paketi.
- Hahah tamam tamam peki. Bakalım ne varmııış. Ne!? Telefon almışsın! Ama neden yaptın! Paran yoktu hani!?
- Vardı, bunun için ayırmıştım. Hem önemli değil bu, daha iyilerini alabilmek istiyorum.
- Çok teşekkür ederim Zaya çok! Seni çok seviyorum.

Gece boyunca kahkahalar attık. Halim içler acısıydı. Sağ gözümü açamıyordum. Gözümden yaşlar geliyordu, doğru düzgün öpüşemedik bile. Her şeye rağmen mutluydum. Öyle veya böyle birbirimizi seviyorduk. Belki ben daha fazla seviyordum, ama engel olamadığım bir duyguydu bu. Uğruna her şeyi ve herkesi feda edebildiğim bir duygu…

(devam edecek…)

18 Eylül 2015 Cuma

SANIRIM ÖZGÜRÜM


Caner Bakkal

Mahallemizin yeni bakkalı. Otuzlu yaşlarında tam bir girişimci. Uzun boylu, hafif göbekli, dar omuzlu, biraz kambur, gevşek ağızlı bir herif. Kısa zamanda kendini sevdirmeyi başardı. Veresiye defterini ilk günden itibaren kullanmaya başlayarak tabi. 

Çocukken statlarda su satarak başlamış ticaret hayatı. Hani o 'buz gibi soğuk sudan içen' diyen tipler vardı ya, işte onlardan. Onu çocukluğundan beri tanıyanlar, sümüklü, uyuz bir tipti derler. Annem için örnek bir başarı hikayesi. Yılmadan, usanmadan çalışmış, okumamış ve ticaret yapmış. İki daire ve bir arabadan sonra bakkalı da satın alarak girişimlerine devam etmiş. Annem bize bunları anlatırken, işte adam olacak çocuk bokundan belli olur derdi. Biz de kardeşimle her sene tüm derslerimiz pekiyi ve takdir alarak eve dönerdik. Ha pardon, benim matematiğim genelde iyi olurdu. Ve bunu gören annem takdirimi beğenmez ve takdir etmez, matematik neden pekiyi değil derdi. Hiç sevindiremedik onu. 

Caner bakkal, günden güne artan sempatisiyle tüm mahalleyi ve civar mahallelerdeki müşterileri de kendine bağlamıştı. Müşterisine göre muamelede üstüne yoktu. Mesela bizi çok severdi, çünkü babam veresiye nedir bilmezdi. Ayrıca mahallenin eli yüzü düzgün çocuklarıydık, bize laf etmek biraz yürek isterdi. 

Bir gün top oynarken top yanlışlıkla bakkalın içine girdi. Topu almaya giden arkadaşıma öyle bir bağırdı ki tüm mahalle Caner'in sesiyle inledi. 

- Oğlum çimenlikte oynasananız ya lan şu topu! 

Oynasananızı duyunca güldüm tabi. Çok fırlamaydım, çocukların hatalarıyla alay eder, hatası olmayanı hataya zorlar, baktım olmuyor döverdim. 

- Burası bizim mahallemiz, sen git çimenlikte açsana bakkalını! Ver lan şu topu Rasim, kaleye geç Eyüp. Batistuta alıyor topu Batistuta vurduuuo kaleci Zubizaretta'dan döndüöö! 

Batistuta bendim. Her gün farklı bir isim olan Eyüp ise bugün Zubizaretta'ydı. Zavallı, saydığım isimlerin kim olduğundan habersiz ne desem yapardı. Caner bana bir şey söylemeden önce balkonlara göz gezdirdi, komşulardan bazıları olayı dikkatle izliyordu. Bunu görünce pis bir gülümseme takındı yüzüne, hani ben senin ebeni bir güzel yoklardım ama hadi komşulara dua et der gibiydi. Aslında komşular da benden nefret ederdi. Ukalaydım, herkese cevap yetiştirirdim, kimseyi dinlemezdim. Komşulardan ziyade babama güvenirdim. Adamın ağzına bir yumruk atar iki seksen yere sererdi, aslan babam. 

Zaman hızla ilerliyor, büyük marketler artık mahallemizin yakınlarına kadar geliyordu. İlk bakışta daha hesaplı gibi görünen büyük marketler yavaş yavaş tüm mahallenin ilgi odağı haline gelmişti. Bu durumda Caner tüm gün mahalleden geçenleri izler, ellerindeki poşetlere bakardı. Borcu olanın marketten alışveriş yaptığını görünce hemen kapıya çıkar;

- Ooo komşu nasılsın, hayırdır naptın böyle ya marketi mi satın aldın? 
- Haha yok yahu bir iki şey aldım işte, promosyon varmış da. 
- Ha iyi iyi, promosyon yapıcam bende yakında, tüm veresiye defterini kapatıcam.
- A Valla çok iyi olur haha. Şaka bir yana kısmetse ay başında kapatıcam borcumu.
- Yok abi sen yanlış anladın beni, ne demek yahu ne zaman istersen.
- Sağol sağol haydi selametle.

Bu diyaloglar günden güne artmaya başlayınca mahallenin en sevimsizi olmaya başladı Caner. Bakkalda o yokken yerine bakan yeğenini tokatladığı olurdu bazen. Ama yine de dışarıya karşı saygılı ve sempatik olmaya çalışırdı. 

Elime geçen parayı hemen harcama konusunda üzerime tanımam. Para beni rahatsız ederdi. Portakallı kornetin geldiğini görünce hemen aldım. Kornetimi eşsiz bir zevkle yerken bir bağırışla irkildim. 

- Laaan! Gel buraya! Şerefsiz seni! Napıyım lan ben seni şimdi ha!? Oğlum lan niye hırsızlık yapıyosun isteseydin verirdim! 
- Abi bırak abi nolur abi 
- Kaybol lan it! 

Kulağından yakaladığı küçük çocuğu hırpalıyordu Caner. Dondurma çalarken yakalanmıştı çocuk. Elimde eriyen dondurma kursağımda takıldı kaldı. Gözümde çocuğun yaşadıkları, kulağımda isteseydin verirdim neden hırsızlık yapıyorsun yalanıyla evin yolunu tuttum. 

Zalim bir dünyaydı. Acaba gerçekten çalmayıp isteseydi verecek miydi Caner? Acaba benden isteseydi verecek miydim yeni aldığım portakallı kornetimi. Sanırım hayır. Çünkü, bencillik odaklı, para odaklı, makam, mevki odaklı bir toplumda yetişiyorduk. Paylaşmayı, kardeşliği, samimiyeti unutuyorduk. 

Caner battı. Okul servisi işine girdi. Başarılı bir girişimci olduğunu söylemiştik. Yeğenlerini de yanına alarak iyi paralar kazandı. Ben de artık takdirden teşekküre ve sonra da zayıfsız sınıf geçmeye başlamıştım. Kim bilir belki de annemin istediği gibi bir girişimci olacaktım...


















15 Eylül 2015 Salı

SANIRIM ÖZGÜRÜM


Önsöz

Yazmaya küstükten sonra aklıma gelen binlerce düşünceyi nasıl yaktığımı, kaleme ve kağıda nasıl ihanet ettiğimi, bana zulmettiğini düşündüğüm kadere nasıl isyan ettiğimi anlatmayacağım. Sustum. Hep sustum. Konuştuğumu sananlar yanıldılar. Eğlendiğimi sananlar aldandılar. Acı, kahır ve isyan yüreğimin, ruhumun en derinlerinde kendini hep hatırlattı. Ve sonunda yaz dedi, anlat, paylaş yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını. Ne biliyorsan paylaş. Kim bilir bir gören olur, bir anlayan olur da belki yolunu bulur. Bunu görmek de seni mutlu eder zaten. Pekala dedim bende, başlıyorum öyleyse...

Karartı

Bir yatak odası bir oturma odasından ibaret bir evdi. Hayal meyal hatırlıyorum, tuvalette yıkanırdık. Küçük bir dünyamız vardı. En büyük eğlencemiz hep beraber izlediğimiz TV programlarıydı. 

Kardeşim ve ben oturma odasındaki çekyatlarda uyurduk. Bir gece aniden uyandım. Yatağının başucunda kardeşim bana doğru bakıyor ve gülümsüyordu. Karanlıkta çok zor seçebiliyordum hareketlerini. Beni yanına çağırdığında garip bir korku sardı içimi. Yavaşça yanına gittim, bir anda boğazıma sarıldı. Kuvvetli kollarından kurtulabilmek için bir süre mücadele ettim. Beni pencerenin önündeki koltuğa kadar sürükledi. Nefes almakta zorlanıyordum. Çok kuvvetliydi. Zaten yaşça da benden büyüktü. Ondan kurtulmanın imkansız olduğunu düşünüp kollarımı iki yana bıraktığımda, kardeşimin yatakta uyuyor olduğunu gördüm. Ve boğazımdaki eller yavaşça çekildi. Kardeşim sandığım karartı sakin bir şekilde odadan çıkarken, arkasından gittim. Dış kapının önünde durdu, bana döndü yüzünü ve gülümseyerek uzaklaştı. 

Borç Batağı

- Alo, merhabalar ben satılık eşya ilanınız için arıyorum. 
- Evet, buyurun.
- Şey, acaba sadece bulaşık makinesini almak istesem şey yapabiliyor musunuz yani sadece bulaşık makinesini alabilir miyim? 

Banka kredisi, kredi kartı ekstreleri, ev kirası, gecikmiş aidatlar, faturalar ve işsizlik. Nasıl çıkacağım bu işin içerisinden diye düşünürken eşyaları satmaya karar verdim. Bir liranın hesabını yaptığım sırada telefondaki kadın 10 bin liraya aldığım beyaz eşyalarımdan sadece bulaşık makinesini istiyordu. Takımı bozarsam fiyat düşecek diye düşünüp;

- Hayır hanımefendi eşyaları ya toplu halde ya da takım olarak satıyorum. 
- Ay öyle mi, tüh yani aslında çok ihtiyacım var ama bir şey yapamaz mısınız yani benim için? 

Of Allah'ım kim bu kadın, kimsin ki senin için bir şey yapayım çattık yahu, ulan zaten herkes anamı soruyor beni umursayan yok diye söylendim durdum telefonu kapattıktan sonra. 

- Üzgünüm efendim. Hoşça kalın. 

Karnım da acıktı. Dünden kalan çorbayı ısıtıp iş aramaya devam edeyim bari. Mutfağın hali de içler acısı. Tezgah yağ içinde, yığınla kirli bulaşık var. Neredeyim ben, ne yapıyorum burada aklımı yitirmek üzereyim. Neyse tamam toparlanmalıyım evet evet kendime gelmem lazım böyle olmaz. 

Çorbamda mis gibi lezzetli olmuş. Ulan ne zaman eve bir misafir davet etsem, iğrenç olursun. Kendim için yaptığımda yediğim en lezzetli yemek olursun. Seni de anlamıyorum çorba! Telefon çalıyor yine, ağız tadıyla yemek yiyemedim haftalardır. İnsan en kötü şartlarda bile, yemek yerken rahatsız edilmek istemiyor. Aman neyse cevap vereyim de şuna zaten nefret ediyorum şu melodiyi duymaktan. Özellikle borçluyken pek bir sevimsiz çalıyor. 

- Efendim. 
- Üstat ne yaptın yahu?

Oof of! Emlakçı Güntekin. Evi kiralarken bana kefil oldu diye her hafta en az 3 gün arar. Aslında bana kefil olmamıştı. İşime kefil olmuştu. Tanımaz etmez beni, evi kiralamadan ona göre en önemli bilgi yaptığım işti ki bu şekilde ödemelerde sıkıntı olup olamayacağını kestirecekti. İyi giyiniyordum, diksiyonum düzgündü ve konuşurken güven veriyordum karşımdakine. Bir ayakkabı firmasında satınalmacıydım altı üstü. Ev sahibinin aslında bekara ev vermediğinden, ödemeler konusunda çok titiz olduğundan bahsetti durdu evi gezdirirken. Ama neyse ki beni beğendiğini ve kefil olacağını söyledi. Ev sahibini hiç görmedim. Sonraları acaba ev sahibi bu herifti de benden emlakçı komisyonu koparabilmek için emlakçıyı mı oynuyor diye düşünmedim değil. Ancak olan olmuştu artık. Eve yerleşmem bir haftamı aldı, ev temizliği, eşyaların taşınması, abonelikler derken en sonunda yeni daireme yerleşmiştim. Neyse uzatmadan konumuza dönelim. 

- Ha iyiyim ağabey sen nasılsın? 
- Hamdolsun be koşturmaya devam işte. 
- İyi iyi bu yaşta bu enerji imreniyorum vallahi yalan yok, maşallahın var. 

Bu adam altmış yaşlarında, eski İstanbullu, zamanın hızlılarından. Emekli olduktan sonra hacca gitmiş namaza falan başlamış ama hala bakımlı ve iyi giyimlidir. Böyle tipleri iyi bilirim, bir iki tatlı söz duyunca pek mutlu olurlar. Zor durumdaysan yardımcı olmazlar ama en azından idare ederler. Zaten benimde ihtiyacım olan beni idare etmesi olduğu için her konuşmamızda muhakkak onun ne kadar dinç ne kadar yakışıklı olduğuna değinirim. 

- Hahah yok be evlat bizden geçti artık. Ya bak ne diyeceğim, geçen sizin kapıcı aradı beni aidatlarla ilgili. Hayırdır ağabey bir sorun mu var? 
- Ha aidatlar, biliyorum yahu onu o şey değil halledeceğim ikisini bir kapatacağım onları bu ayın on beşinde. 
- He iyi, aman ağabey biliyorsun ev sahibi çok titiz bu konularda zaten kapıcıyı da tembihlemiştim bir sorun olursa ilk beni arasın diye. 
- Yok ağabey herhangi bir sorun yok, geçen ay maaşlar biraz geç yattı. O yüzden gecikti. Sıkıntı yok yani. 
- Tamam canımcığım oldu o zaman öperim gözlerinden. 
- Sağol sağol ağabey eyvallah. 

Bu adamın hacılığı da bir garip. Aman neyse ben çorbamı içeyim. Buz gibi olmuş, içemem artık. Kalk oğlum kalk duşunu falan al hazırlan annene git, hem sıcak bir şeyler yersin hem de biraz uzaklaşırsın viraneden. 

(Devam edecek...)