23 Mart 2013 Cumartesi

Sonsuzlukta Bekle

Hayatları sadece bir anda değiştiren güç, yine 'ol' dedi ve her şey O' nun dilediği gibi oluverdi. 

Yirmi iki yıldır morg çalışanı olan Eyüp, ailesinin geçimini tek başına sağlıyordu. Eşine ve çocuğuna karşı her zaman duyarlı olmaya çalışıyordu. Şefkatli dokunuşları, sıcacık gülümseyişleri bazen kimsenin anlamadığı biçimde değişiyor ve ürkütücü bir hal alıyordu. En ufak meseleleri büyütüyor ve zaman zaman eşini dövüyordu. Sonra yine bir pişmanlık hali ve sürpriz hafta sonu tatilleri, pahalı hediyeler ve yeniden normale dönüş.

Zaman onlar için böyle akıp giderken ben hayatımın en güzel anlarını yaşıyordum. 
Aşık olmuştum...

O' nu ilk gördüğüm anda göğüs kafesimin arasına sızan şeyin ne olduğunu anlayamadan nefes alışverişimin değiştiğini, sözcükleri seslendirmekte sıkıntı çektiğimi söylemeliyim. Ve karşılıklı gülümseyiş. Ve sanki yıllardır birbirimizi bekliyormuş da yeni kavuşmuşçasına bir sarılış. Ve o koku. Evet, aşkın kokusu. Ben sırılsıklam aşık olmuştum. 

Her şey öyle hızlı gelişiyordu ki farkına bile varamadan ikinci yılımızı doldurmuştuk. Kutlama için planladığım geceye tüm arkadaşlarımızı davet etmiştim. Sinema salonu hınca hınç doluydu ve orada bulunan herkes bizim için tarihi sayılacak o ana tanıklık edeceklerdi. Biz de filmin başlamasına 5 dakika kala salondaki yerimizi aldık. Film başladı. O' nun için hazırladığım kısa filmde neler yoktu ki, buz tutan kaldırımdan düşüşümüz, gizlice tırmandığım elma ağacından arakladığım elmalar, ev sahibine yakalanışımız ve kaçarken gömleğimin dala takılması ve yırtılan parçanın ev sahibinin elinde kalışı, kaçarken yaşadığımız mutluluk. Sonra dinlenirken yolun ortasında öpüştüğümüz o anlar, ağızlardaki o aşka bulanmış elma tadı. Ailesiyle tanıştığım o akşam yemeğinde sandalyemin kırılması ve yaşadığım büyük utanç. Beni yerden kaldırmadan yanımda oturup bana sarılan, boynumu öpen, yüzüme bakan, 'iyi misin' diye soran kadın. Öyle bir aşk yaşıyoruz ki, sanki hayatımızda birileri yok. Fiziken varlar fakat sanki onların çok dışındayız. Biz başkayız. 

Aşkımızın hikayesini canlandıran karakterler de gerçekten iyi iş çıkarmışlardı. Salondaki herkes o coşkuyu, tutkuyu hissetmişti. Ve gözyaşları içerisinde filmi izleyen kadın, yani müstakbel eşim. Tüm arkadaşlarımızın önünde evlilik teklifimi kabul eden kadın öyle mutluydu ki herkes bir yandan ağlıyor bir yandan gülümsüyordu. Alkışlar arasında dakikalarca sarılarak ağladık, gözyaşlarımızın dudaklarımızın, burnumuzun ıslaklığı tümüyle sırılsıklam olmuştuk. Aşk sarhoşluğu bu olsa gerek erkenden uyuduk eve gidince, sızıp kalmışız ikimizde. 

Yeni evli çift olarak adlandırılmaktan mutluyduk. Bunu her duyduğumuzda birbirimize bakıp o tatlı gülümseyişi  takınıyorduk yüzümüze. Boş vakitlerimizi çok iyi değerlendiriyorduk. Televizyonu olup da yayını olmayan tek çift biz olabilirdik. Çünkü biz yalnızca Dvd' den film izlemek için kullanıyorduk televizyonu. Yoksa aptal kutusunun bize sunduğu aptal hayata ihtiyacımız yoktu. 
Buz pateninden at binmeye, gitar kursundan salsaya bir çok hobi ediniyorduk. Benim silahlara olan tutkum başlayana kadar her şey yolundaydı. Aslında birlikte poligona gitmişliğimiz de vardı. Fakat o silah sesini sevmedi. Ben ise hedefi vurmaya bayılıyordum. Bir gün eve Colt 45' likle gelince kıyamet koptu. Bir çocuk gibiydi, ağlıyordu bir yandan bağırırken. Sakinleşmek bilmedi. Bunun sadece çekmecemizde duracağını kimseye zarar vermek istemediğimi fakat bize zarar vermek isteyen olursa kendimizi korumak için elimin altında bir silah bulunması gerektiğini söylesem de fayda etmedi. Ertesi gün silahı teslim etmek zorunda kaldım. Benimle geldi tabi, silahı teslim edişimi görmek istedi. Ve ben silahı geri verdiğimde onun yüzünde gördüğüm o çocuksu gülümseme -işte bunu hiçbir şeye değişmem- silahımı unutturmaya yetti bile.

Zaman hızla ilerlese de biz hayatı dolu dolu yaşadığımız için geri dönüp baktığımızda pişmanlık yaşamıyorduk. Hatta ne kadar büyük bir gelişim gösterdiğimizin farkına varmıştık. Artık sadece kendi hayatlarımızla değil başkalarının hayatlarıyla da ilgileniyorduk. Huzurevi ziyaretleri, hastane ziyaretleri, yardıma muhtaç insanlara elimizden geldiğince yardım etmek bizi daha da mutlu ediyordu. 

Küçük yaşta kan kanseri olan Ali'yi artık her hafta ziyaret eder olmuştuk. O 'nu çok sevdik, O da bizi çok sevdi. Ailesi de öyle. Eyüp Bey ve Suzan Hanım gerçekten iyi insanlardı. Fakat Eyüp Bey'de sezinlediğim garip bir duygu vardı. Adını koyamıyordum. Bunu eşimle paylaştığımda saçma buldu. Ve her zamanki gibi o kıvrak zekasıyla belki de adamın morgda çalışıyor olmasından dolayı böyle hissetmiş olabileceğimi söyledi. Aslında haklı olabilirdi. Daha önce hiç bunun bir meslek olarak yapıldığını veye neden tercih edilebileceğini düşünmemiştim açıkçası. Ve sonuç olarak morg soğuk bir yerdi. Bu adamdan hissettiğim soğukluk morg kaynaklıydı. Evet kuruntu yapmanın alemi yok, eşim haklıydı. 

Yaz tatilini planladığımız gibi Bora Bora Adalarında geçirecektik. Tatil öncesi son kez ailelerimizi ziyaret edip vedalaştık. Ve tabi Ali'yi de unutmadık. O gece eve döndüğümüzde kendini yorgun hissettiğini söyledi. Bugüne kadar ilk defa O' nu böyle solgun görüyordum. Birden bire ne olmuştu anlayamadım. Hastaneye götürmek istedim. İstemedi. Uyuyalım sabaha bir şeyim kalmaz dedi. Soğumuş bedenine sarıldığım halde ısınmadığını ve nefes almadığını farkettim. Hatırladığım tek şey O'nu caddeye kadar taşımış olduğuım ve dizlerimin üzerine çöktükten sonra göğe doğru attığım çığlık. 

Hastanedeki tüm işlemlerimizi Eyüp Bey ve Suzan Hanım yaptırmışlar. Gözlerimi açtığımda başımda annem ve babam vardı. Yavaşça doğruldum. Kalkmak istedim. Tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. Kendimde değildim. Olanların farkındaydım fakat ne yaptığımın farkında değildim. Benimle tuvalete kadar gelen babama biraz hava almak, yalnız kalmak istediğimi söyledim. Hastanenin bahçesine çıkıp hasta yakınlarından aldığım bir sigara yaktım. Yavaşça dışarı yürüdüm. Hiçbir şey düşünmüyordum. Sadece yürüyordum sanki biri beni yönlendiriyormuş gibiydi. Kendimi silahçıda buldum. Colt 45' liğimi yeniden aldım. Hastaneye geri döndüm. Eşimin yıkanma işlemlerinin bitmiş olduğunu ve morga konulduğunu söylediler. Son bir kez görmek istediğimi doktora ilettim. Durumun farkında olan doktor bana izin verdi. Yalnız başıma koridorda ilerledim. Ve morg kapısından içeri girdim. Bir yandan numaralara bakarken bir yandan kendimi onun elini tutarak vurmayı planlıyordum. Sadece orada düşündüm bunu. Ve karar vermiştim. Artık ben de ölecektim ve belki cennette birlikte olabilirdik. Tüm bunları düşünürken kulağıma gelen sesleri yeni farkedebildim. Ve Eyüp'ün eşimin cesedine tecavüz edişini gördüğümde bir an bile düşünmeden kafasına arkadan tek el ateş ettim. Başından fışkıran kanlar yüzüme kadar sıçramştı. Yere düşen Eyüp'ün gözleri açık dehşetli bir ifadesi vardı. Nefesini tutmuşken vurulmuş gibiydi. İçeri giren hastane görevlileri ve yaşadıkları şokun farkında değildim. Eşimin cesedine başımı yasladım. Ölmekten vazgeçtim. Hayatta kalmalıydım. O' nun bir parçası olarak ben yaşamalıydım ve bu dünyaya iyilik yapmaya devam etmeliydim. O böyle olmasını isterdi. Sanki bedeninde sıcaklık duydum. Sanki yaşıyordu. Beni görüyordu ve konuşuyordu. Beni dışarı çıkardılar. İfadem alındı. Mahkemede tanıklar her şeyi anlattılar. Sinir krizleri geçirmekten ayakta zor duran Suzan Hanım, benim ne kadar iyi biri olduğumu güçlükle söyleyebildi. Hakim beraatime karar verdi. Zaten başka bir karar düşünülemezdi. 

Hayatıma devam ettim. Yalnız yaşamayı tercih ettim. Ali kanseri yendi. Annesini kaybettikten sonra benimle yaşamaya karar verdi. Geri çevirmedim. O' nun hayatından sorumluydum. Her şeye rağmen gülümsedim. O' na kavuşacağım an için dualar ettim. Ölüme giderken Azrail yerine O' nun gelmesini istedim...






















Hiç yorum yok: