31 Temmuz 2013 Çarşamba

KOMUTAN


2. BÖLÜM

Yeni haftayla birlikte yenilenmiş ve intikam hırsıyla dolmuştum. Fakat nasıl intikam alabileceğimi bilmiyordum. Komutanın odasına girdim ve durumu anlattım. Sakin olmam ve beklemem gerektiğini söyledi. Beklemeye başladım. Her gün bir tane zarf mutlaka geliyordu. Artık her anını izlediğim Yulya’nın fotoğrafları, ses kayıtları, evindeki video kayıtları, yattığı adamlar, her şey ama her şeyi izler hale geliyordum. Beni en çok şaşırtan ise en yakın kız arkadaşlarıyla yaşadığı lezbiyen ilişkilerdi. Bunlardan biri Novgorod şehrinde yaşayan Valerya bir diğeri de üniversiteden yakın arkadaşı olan ve kendisiyle aynı şehirde Moskova’da yaşayan Tanya’ydı. Valerya’dan nefret ediyordum. Onu ilk gördüğüm günden beri ısınamamıştım. Sergey’in yakın arkadaşı olduğunu biliyordum. Dolayısıyla zaman zaman kız arkadaşımla buluşuyor olmaları beni huzursuz ediyordu. Nitekim izlediğim videolardan sonra nefretim iki katına çıkmıştı. Tanya’nın kız arkadaşıma olan yakınlığı farklı türdendi. İlk zamanlar onun lezbiyen olabileceğini düşünmedim dersem yalan söylemiş olurum. Dolayısıyla izlediğim görüntülerden sonra onun da lezbiyen olduğu tescillenmiş oluyordu. Fakat anlayamadığım tek şey, nasıl oluyordu da kız arkadaşımın geçmiş bilgileri ve görüntüleri veya kayıtları bana ulaşıyordu. Ben söylemeden önce takip mi ediliyordu ki diye sormak üzere komutanın yanına girdim. Fakat soru soracağımı önceden bilir gibi eliyle sus işareti yaptı ve yine sinyal bozucu aletleri belli noktalara yerleştirdi. ‘’ Şimdi konuşabilirsin’ dedi.

Komutanım nasıl oluyor da bu eski görüntüler elinize ulaşıyor?
Bak evlat, bilmediğin çok şey var. Fakat endişelenme adım adım öğreneceksin. Şu an için tek söyleyeceğim şey durumun sandığın kadar basit olmadığı. Ayrıca bilgileri de Rus istihbaratındaki dostlarımızdan alıyoruz. Beklemeye ve öğrenmeye devam et.
Emredersiniz komutanım! Diyerek odadan ayrıldım. Rus istihbaratı kendi vatandaşlarıyla ilgili böylesine bir bilgi trafiğini neden sağlasın diye düşünüyordum. Fakat acele etmeyip beklemeye karar verdim. Zaten başka seçeneğim de yoktu. Bu arada da kız arkadaşımın şüphelenmemesini sağlamak adına onu arıyor, tatlı mesajlar gönderiyordum. Bazı hafta sonları internet üzerinden görüşüyorduk. Her şey yolunda gidiyordu. Askerlik sonrası onu ziyarete gideceğimi söyledim. Şaşırdı fakat pek mutlu görünmüyordu. Sanırım o sırada Sergey’i nasıl atlatacağınışünüyordu.
                                                                           
Askerliğimin bitmesine bir ay kalmıştı. Geleceğime ve geleceğimize dair en ufak bir fikrim yoktu. Gelen kargolar ve aldığım bilgilerden sonra nasıl bir yol izleyeceğimi düşünüyorken bir zarf daha aldım. Yulya’nın öğretmenlik yaptığı okulun müdürünün içerisinde bulunduğu uyuşturucu trafiği hakkında bilgiler içeren zarfı okurken dehşete düştüm. Okul müdürü Nikolay, zehirlediği birkaç ‘serseri’ öğrencisini dışardan gelen esrarın içeriye girişinde ve satışında kullanıyordu. Çok sıkı denetlenen eğlence mekânlarındansa okulda satış yapmak zekiceydi. Nikolay’ın serserileri günden güne arkadaşları arasında bu ağı genişletiyordu. Takibe yakalanan Yulya’nın Valerya’yla yaptığı telefon görüşmesi aynen şöyleydi:

Yulya: Selam canım nasılsın?
Valerya: Harika bebeğim sen!? Çok özledim seni! Sevişmek için can atıyorum!
Yulya: Ahaha hiç havamda değilim Val!
Valerya: Neden ne oldu!?
Yulya: Bugün iki öğrencimi birbirlerine küçük bir poşet verirken gördüm. Sanırım kokaindi. Yakalandıklarını fark ettiler fakat hiçbir şey olmamış gibi davrandılar. Ne yapacağımı bilemiyorum! Daha çok küçük bu çocuklar! Ailelerine mi söylemeliyim yoksa polise mi yoksa müdüre mi bilmiyorum!
Valerya: Aptallaşma! Sakın kimseye bir şey söyleme. Bak canım anlıyorum seni fakat bu çocuklar çok tehlikeli olabilirler. Böyle bir şikâyet durumunda hiçbir ceza almayacaklarını çok iyi biliyorlar. Çünkü onlar daha çocuk! Ve sen yalnız yaşayan genç bir kadınsın! Anlıyor musun ne demek istediğimi?
Yulya: Evet,evet anlıyorum fakat ne yapmalıyız? Kafamızı kuma mı gömelim herkes gibi?
Valerya: Canım dinle, hafta sonu buraya gel konuşuruz detaylı bir şekilde hem fena halde azdım, seni düzmek istiyorum!
Yulya: Orospusun sen! Yine beni baştan çıkarmayı başardın! Ah ama bir dakika Cumartesi günü Ali’yle konuşacaktık internette. Buraya geliyor bir ay sonra! Çılgın Türk!
Valerya: Salak Türk demek istedin herhalde!? Arkasından ne işler çevirdiğini bilse bu çılgın Türk’ün sana neler yapabileceğini unutmuyorsundur umarım.
Yulya: Merak etme tatlım, her şey kontrolüm altında. Bana o kadar âşık ki, gözü hiçbir şey görmüyor. Eh bana da bunu kullanmak kalıyor.
Valerya: Neyse ben anlamam bul bir yolunu ve buraya gel! Novgorod yanıyor bebeğim!
Yulya: Tamam tamam haber vereceğim sana. Görüşürüz.
Valerya: Görüşürüz.

Bu okuduklarımdan sonra komutanın yanına gidip artık daha fazla bilgi almak istemediğimi söylemek üzereydim ki masanın üzerine bıraktığım zarfın içerisinde bir kâğıt parçası daha olduğunu gördüm.

Valerya, İsrail istihbaratına çalışıyor. Yulya üzerinden okul müdürü Nikolay’ı takip ediyor ve uyuşturucu trafiğini izliyordu. Sergey, Valerya’nın Moskova’daki ayağıydı. Ve aralarında geçen bir telefon görüşmesi aynen şöyleydi:

Sergey: Bizim kızın aptal aşığı can sıkıcı bir noktaya geldi. Adam evlenmekten falan bahsediyor. Ne yapalım dersin?
Valerya: Bence herhangi bir şey yapmaya gerek yok. Sonuç olarak bu kızın iki tane sevgilisi var. Biri senin gibi bir öküz, diğeri de romantik bir âşık.
Sergey: Öküz mü!? Ben gayet iyi bir sevgiliyim.
Valerya: Dinle, sen onun sevgilisi falan değilsin. Bu sadece bir görev. Bu kız sende olmayan özellikleri o Türk’te bulurken, onda olmayanları da sende buluyor. Haliyle ikinizi hatta ve hatta beni ve Tanya’yı idare ediyor. Bir bakıma o da bizi kullanıyor. Biz istediklerimizi aldığımız sürece bir şey yapmamıza gerek yok. Alamayacağımızışünüyorsan, Türk’ü ve Tanya’yı aradan çıkarabilirsin. Fakat bana kalırsa bunu yaparsan onun düşeceği boşluğu tahmin ediyorsundur. Uzunca bir süre bilgi akışımız yavaşlar ve o orospuçocuğu Nikolay’ı elimizden kaçırırız! Anlıyor musun!?
Sergey: Anlıyorum bağırmana gerek yok.
Valerya: Güzel, öyleyse zekânı bu kızdan daha fazla nasıl yararlanabilirsin ona kullan.
Sergey: Peki madam! Görüşürüz.
Valerya: Görüşürüz. 


DEVAM EDECEK...

25 Temmuz 2013 Perşembe

Sakal Sorunsalı


Selam.

Hiç üşenmedim, sakalla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.
Hangisi kadınlara daha çekici gelir, sakallı mı yoksa sakalsız mı?


1990 yılında Reed & Blunk,   1996 yılında Muscarella & Cunningham 'ın yaptıkları araştırmalarda, sakalın insanları etkilemede önemli bir unsur olduğu ve kadınların büyük bir kısmının sakallı erkekleri daha çekici bulduklarını belirtmekteler.
En son yapılan araştırmalar ise aslında kirli sakalın daha çekici olduğunu ortaya koyuyor. Neave & Shields 'in 2008 yılında yaptığı araştırma hafif kirli sakalın kadınlar tarafından daha çok tercih edildiğini vurgularken, Dixson & Brooks, 2013 bu yıl yaptığı araştırma yoğun kirli sakalın daha çok tercih ediliğini belirtiyor.
Kadınların tepkisini merak edenleriniz varsa, sinek kaydı tıraşınızı olun. Ve günden güne uzamasını bekleyin, uzarken de her gün kaç kadının size baktığını ölçün, böylece kendi araştırmanızı yapmış olursunuz. :)

Sakalın, sosyal bir statü kazandırdığını ve erkeği daha olgun gösterdiğini belirten araştırmalarda Dixson and Vasey (2012) sakallı bir erkeğin sinirlendiğinde sakalsıza oranla daha kızgın göründüğünden söz etmekteler.
Bununla ilgili sonuçları merak ediyorsanız, sakallı bir erkeğe pandik atma yolunu düşünebilirsiniz, maksat bilim olsun :)
Yine bu araştırmaya göre, sakallı erkeklerin bebeklerle çok tatlı göründükleri tespit edilmiş. Bu nasıl araştırma dediğinizi duyar gibiyim ama adamlar yapmış, bize de yazmak düşer.

Tabi bu yüzeysel yapılan araştırmalara ne kadar itibar etmeliyiz pek emin değilim. Son bir kaç yıldır, eline kağıt alan ''belgem var, bu böyledir'' türünden açıklamalarla yeteri kadar bilgi kirliliğine yol açmışken, ben de bu yazımla onlardan biri olmak istemiyorum. Kendi tecrübelerime dayanarak söyleyecek olursam, kadınlarımızda ''erkek dediğin kıllı olur'' yaklaşımı hakim. Fakat bunun tam aksini savunanlar da var.
En belirgin örneklerinden biri, http://www.youtube.com/watch?v=u01vyniy1Ak kadın tıraşlı olsun istiyor ama döşü de kıllı olsun diyor, kadın gibi kılsız değil ama yorgan gibi de olmasın diyor, yani anlayacağınız bu kıl garip bir mesele.

Erkeklerin sakala karşı yaklaşımları ise tam bir karmaşa. Örneğin bir arkadaşı sakal tıraşı olduğunda yapılan yorumlar ''ooo yumurta gibi olmuşsun; kaymak gibisin; parlıyosun len...'' şeklind
e olurken, sakal bıraktığında ''olum bu ne lan at hırsızı gibisin; hayırdır hacca mı gidiyosun; lan kes şu sakalları boolum yüzün gözün ortaya çıksın'' şeklinde oluyor. Hal böyle olunca bu konu içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Sakal sorunsalını en kısa zamanda çözmeniz dileğiyle, hoşsakalın :)































23 Temmuz 2013 Salı

KOMUTAN


Not: Bu yazı dizisinde geçen kişi, kurum ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.

Onu izlediğimden habersizdi. Aslında sadece onu izlemekle kalmamış bağlantılı olduğu herkesi izlemeye başlamıştım. Çığ gibi büyüyen bu takibin sonunda ya çığ altında kalacak ya da kurtulacaktım...

Askerlik görevimi Ankara’da istihbarat departmanında komutan postası olarak yaptım. Komutanla ilk günden itibaren samimi bir ilişki kurdum. Siyasetten spora Türkiye ve dünya gündemine ait konularla ilgili konuşur zaman zaman tarihi ve dini olaylarla ilgili koyu sohbetlere dalardık. Önceleri her ne kadar yakın bir ilişki kurduysak da ben konuşmalarımda temkinli davranırdım. Sonuç olarak bulunduğumuz kurumun en yetkili kişisiydi ve ağzımdan laf almaya çalışıyor olabilirdi. Sonraları bu düşüncemin saçma olduğunu, boş yere kuruntu yaptığımı sonuç olarak askerlik görevimi bitirince kendi işimi yapacağımı düşünerek daha rahat bir şekilde konuşmalara katılır oldum. Benim fikirlerimi çok beğenir ve destekleyici bilgiler verirdi. Mesela Mustafa Kemal’in öldürüldüğüne dair kanıtlar olduğunu fakat gizlendiğini söylerdi. Ben de bu düşüncedeydim. Bunun gibi birçok konuda ortak düşüncelere sahip oluşumuz ona karşı beni daha bağımlı bir hale getirdi.

Askerlik yaptığımın farkında bile değildim. Bazı hafta sonları beni evinde ağırlardı. Çok sıcakkanlı bir eşi vardı. Bir akşam yemeğinde kırdığım pot üzerine biraz yüzlerinin asıldığını fark ettim. Çocukları olamayan bir çifte çocuk sahibi olup olmadıklarını sormuştum. Ama bilemezdim bunu, zaten üzerinde de fazla durulmadı. Ben de başka soru sormaya cesaret edemedim. Gece yarısına kadar devam eden sohbetimizin konusu artık benim özel hayatımdı. Ben anlatırken komutanım elinde bulunan kâğıtlarla ilgileniyordu. Onlara karşı o kadar samimi duygularım vardı ki, her şeyi olduğu gibi anlatmakta sakınca görmüyordum. Kız arkadaşımın Rus olduğundan, yaşadığımız problemlere, anılarımıza, planlarımıza kadar hemen hemen her şeyi anlatmıştım. Komutanım artık uyumak istediğini söyleyerek odasına çekildi. Biz sohbetimize devam ettik. Kız arkadaşıma karşı daha önce söylediği yalanları itiraf ettiğinden dolayı şüphe duyduğumu ve evlilik öncesinde bu şüpheden kurtulmak istediğimi söyledim. Son derece iyimser bir şekilde bana yardım edebileceğini söyledi. Bunun için birkaç gün süre istedi. Nasıl yardım edecekti bilmiyorum ama ben umutluydum. Uzun bir süre sonra rahat bir şekilde uykuya daldım…

Ben komutanın günlük işlerini düzenlerken, odasına çağırdı. Her zamankinden farklı olarak bu kez konuşmaya başlamadan önce elindeki cihazları (sinyal bozucu olabileceğini düşünüyorum) masasına ve penceresinin önüne yerleştirdi. Koltuğuna kuruldu ve kız arkadaşıma karşı duyduğum şüphenin önüne geçebilmem için onu takip altına alabileceklerini ve her anıyla ilgili bilgi sahibi olabileceğimi söyledi. Fakat bunun için benden istediği birkaç şey vardı. Kimseye ama kimseye herhangi bir şey söylemeyecektim. İlişkim, her ne görürsem göreyim olağan halinde ilerleyecekti. Şartları kabul ettim. Ayağa kalktı. Cihazları yerlerinden çıkardı. Gündemden konuşmaya başladı. Fakat bugün ilk kez onun konuştuklarını anlamıyor sadece ve sadece yapacağımız işin nasıl olacağını düşünüyordum.

Ertesi sabah görev saatim başladıktan beş dakika sonra kargo geldi. Adıma gelen zarfı açtım. Kız arkadaşımla ilgili bilgilerin olduğu bir dosyaydı gelen. Öğretmenlik yaptığı okul, ev adresi, ailesinin ev adresi, köy evlerinin adresine varana kadar birçok bilgi vardı. Bunların hepsini ben de zaten biliyordum. Fakat bir gün içerisinde nasıl bu bilgiler masama gelmişti orasını anlayamamıştım. Sorgulamadım. Komutan geldiğinde herhangi bir şey de sormadım. Gün içerisinde bir zarf daha geldi. Kız arkadaşımın birkaç saat önce yaptığı telefon görüşmesinin Türkçeye çevrilmiş hali aynen şöyleydi.

Sergey: Merhaba Yul, hafta sonu köy evine gidelim mi?
Yulya:  Olabilir ama önce nasıl olduğumu sorsaydın daha iyi olmaz mıydı?
Sergey: Hadi ama! Seni aradığımda daha iyi olduğunu bildiğim için sorma gereği duymadım. Hem zaten okuldasın uzun konuşamayız.
Yulya:  Evet okuldayım ve derse giriyorum. Görüşürüz.
Sergey: Görüşürüz.

Bunları okurken boğazımda oturan yumruğu bir süre yutkunamadım. Sergey! Yulya’nın benden önceki erkek arkadaşı! Ve defalarca kez görüşmediklerini söyleyen kız arkadaşım! Lanet olsun! Hala görüşüyorlardı demek! Elimdeki zarf yumruğumun içinde kaybolmak üzereydi. Komutan aniden odadan çıktı. Ben ayağa kalkarken gözlerimin içerisine öyle bir baktı ki, hemen verdiğim söz aklıma geldi ‘’İlişkim, ne görürsem göreyim olağan haliyle ilerleyecek’’ onu anladığımı belirtmek için başımı hafifçe öne doğru salladım. Ve avcumda erimek üzere olan zarfı masamın üzerine bıraktım.

Eskisinden çok daha güçlü olduğumu hissettim. Bir saat kadar sonra Yulya’yı aradım. Hafta sonu izinli olduğumu, internetten görüşebileceğimizi söyledim. Fakat aldığım cevap olumsuzdu. Çünkü hafta sonunu ailesinin evinde geçireceğini ve orada internet olmadığını söyledi. Tam bir aydır görüşmememize rağmen aldığım cevabın olumsuz oluşundan çok, hafta sonunu Sergey’le birlikte köy evinde geçirecek olması beni yıkmıştı. Telefonu kapattım ve ağlamaya başladım. Kendimi toparlamam uzun sürmedi. Bunun intikamını alacağıma dair söz vererek masadan kalktım.

Komutan iki gün boyunca gelmedi. Herhangi bir kargo da almadım. Ve araya giren hafta sonuyla birlikte geçen dört gün boyunca kendi kendimi yedim durdum. Bunu bana nasıl yapabilirdi? Benimle evlilik planlayan biri nasıl olur da gözümün içine baka baka yalan söyler ve beni aldatabilirdi? (Sorular üzerine sorularla geçen bu günleri hayatımın en uzun günleri olarak tanımlayabilirim.) 

DEVAM EDECEK...

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Hizmetle Diyalog


Geçtiğimiz hafta malum cemaatin genç hocalarından biriyle sohbet etme fırsatı buldum. Hocayla aramızda geçen diyaloğu aynen yazıyorum. 

- Hocam size kıyametin tarihini versem bana inanır mısınız? 
- (Gülümseyerek) Tabi ki inanmam. 
- Peki hocam, bu tarihi çok büyük bir alimin verdiğini söylesem? 
- Yine inanmam. Çünkü o saati ancak Allah bilir. 
- Güzel, peki hocam bu tarihi Said-i Nursinin, Sikke-i Tasdiki Gaybi adlı kitabında bu tarihi 2129 olarak belirttiğini söylesem? 
- Allah Allah, yani ben üstad hazretlerinin tüm kitaplarını okudum ama böyle bir şeye hiç rastlamadım. Ama yine de bu konuyu araştıracağım. 
- Hocam zaten ben de inanmadım, böyle büyük bir alimin kıyamet tarihi belirlemek gibi bir hata yapacağını tahmin etmiyorum. 

Aslında benim için büyük bir soru işareti olan bu 'üstad'a kalbim hiç ısınmamıştır. Büyük bir alim olarak değil bir alim olarak bile görmüyorum. Fakat hocanın ağzından cevaplar alabilmem için onlardan görünmem gerekiyordu. Ve devam ettim.

- Peki hocam, cemaatin faaliyetlerine bakıldığında 'diyalog' en büyük hedefmiş gibi görünüyor. Nedir bu diyalog? Yani diyalog uğrunda neler yapabiliriz? Neler yapmalıyız? 
- Evet, diyalog çok önemli. Yani bizler dine davet ederken, asalım keselimden ziyade konuşalım anlaşalımı tercih ediyoruz. Bu uğurda okullar açıyoruz, organizasyonlar düzenliyoruz. Aslında hep iktidarla bizi karıştırıyorlar fakat biz siyasi bir oluşum değiliz. Siyaset üstüyüz.
- Yapmayın hocam, yani cemaate üye olup da başka bir partiye oy atan bir vatandaşımız var mı yani? 
- (Gülüyor) 
- Şimdi benim merak ettiğim şeylerden biri de şu, Cuma Hutbelerinde okunan ''Allah katında hak din İslamdır'' ayeti neden yavaş yavaş tüm camilerden kaldırıldı? 
- Tabi diyalog dediğimiz öyle kolay bir mesele değil. Bazı camilerimizde yabancı dilde hutbe uygulamasına geçilecek. Özellikle turistik bölgelerde hutbeleri dinleyen gayrimüslimler bu ayeti duyduklarında dehşete kapılabilirler. Veya İslama bir düşmanlık besleyebilirler. Aslında tabiri caizse biz BAZI AYETLERİN GAZINI ALDIK. 

Bu son cümleyi duyduktan sonra içimde yaşadığım karmaşayı ve öfkeyi kelimelere dökmekte güçlük çekiyorum. Bu nasıl bir kör olmuşluktur! Bu nasıl bir hadsizliktir ki, sırf gayrimüslimler ürkmesinler diye Allah'ın ayetlerini gizleyeceğiz!? Veya daha sonlara bırakacağız!? 

- Hocam anladığım kadarıyla biz diyalog uğrunda bir çok şeyi yapabiliriz. Yani mesela bir gayrimüslim arkadaşımızla girilmesi haram kılınmış bir yere girebilir veya yapılması haram kılınmış bir işi yapabiliriz. Çünkü uzun vadede amacımız onu İslama kazandırmaktır. Doğru mu anlamışım?
- (Gülümseyerek) Çok doğru. 
- Bu sözlerinizden sonra şimdi daha iyi anladım aslında cemaatin neler yapabileceğini. Maşallah. Amcamın bir anısını anlatayım hocam. Amcam Güney Afrika'da 6 ay kaldı. Orada bir gün hizmetin hocalarından iki kişiyle tanışmış. Laf lafı açmış, dinden, namazdan konuşmuşlar. Derken amcamı sohbetlerine davet etmişler. Amcamın da o taraklarda bezi yok. Cumartesi gecesi şehrin en büyük barına gitmiş. Aa bir de ne görsün hizmetin hocaları barda eğleniyorlar. Şimdi daha iyi anlıyorum onların oradaki mübarek görevlerini hocam. Allah sizi başımızdan eksik etmesin. 

Bunları söylerken bir ara kendimden iğrendim. Fakat öğrenmem gerekenler vardı. Samimi olarak konuşmaya devam ettim. 

- Hocam peki amacımız dünyaya İslam sancağını dikmek doğru mudur? 
- Evet. 
- Peki, bu amacımızı bilen Süper Güçler neden engel olmuyorlar? 
- Aslında olmaya başladılar. Mesela bazı ülkelere giremiyoruz. Çin asla izin vermiyor. Kazakistan zorluk çıkarıyor. 
- Ama ABD hala izin veriyor. 
- Evet, çünkü orada okul açmak çok kolay. Yani parasını veriyorsunuz ve açıyorsunuz hepsi bu. 
- Hocam bu kadar parayı nasıl buluyoruz? 
- (Gülüyor) Her salı tüm dünyada Himmet Toplantıları olur. Ve esnaf abilerimiz, iş adamı abilerimiz kendilerine düşen pay miktarınca bağışta bulunur. Bu şekilde sağlanan gelirle, okullar açar, yardımlar yaparız. 
- Maşallah hocam, gerçekten çok teşekkür ederim. Sizi çok bunalttım ama...
- Estağfurullah, kıyamet tarihiyle ilgili konuyu araştıracağım. 
- Peki hocam, son olarak bir şey daha merak ediyorum. Toplumun malum büyük bir kesiminde cemaatin ve iktidarın Cumhuriyete karşı bir tavrı var. Bununla ilgili rejimi değiştirme gibi bir amacımız var mı? Yoksa diyaloglarımız meyvesini verinceye kadar bu sistemi kullanacak mıyız? 
- Aslında bu algı yanlış. Bizler Peygamber Efendimiz (sav) zamanında bile Uhud Savaşında savunma savaşını isterken çoğunluğun saldırı savaşını istiyor olmasından dolayı onların tercihlerine saygı göstermiş ve onların dediği gibi yapmıştır. Yani İslam zaten demokrasinin temelidir. Bu açıdan düşünüldüğünde bizim Cumhuriyete ve demokrasiye karşı durma gibi bir tavrımız asla olamaz. 
- Sağolun hocam Allah razı olsun, sayenizde en azından çevremdeki insanların korkularını giderebileceğim. 

Onların da kalpleri farklı söyledi benim de. Kuranı ezbere bilen, ömrünü İslam ilmine adayan bu insanların, bilerek veya bilmeyerek bir plana hizmet ettikleri gerçeği ortada. Bu plana bakıldığında aslında çoğu zaman İslamla ve Kuranla ve Peygamberin hayatıyla bağdaşmayan bir çok hareketi yapabiliyor olmaları, planın ne kadar sakat olduğunu ortaya koyuyor. Fakat beyinlerini yıkayan vaazlar, toplantılar, sohbetler, gazeteler, televizyon ve radyo yayınları, dergiler, tepeden tırnağa, yediden yetmişe herkese hitap eden hizmetleri, onların bu sakat planı görmelerine engel oluyor. Yine de tek umudum olan şu ayete sığınıyorum. ''Hani bir zaman da o kafirler, seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri ya da sürüp çıkarmaları için, sana tuzak kuruyorlardı; onlar tuzak kurarlarken Allah da karşılığını kuruyordu. Öyle ya Allah tuzakların hayırlısını kurar.'' Enfal Suresi 30. Ayet 

12 Temmuz 2013 Cuma

Bir Kıssa Bir Hisse


Yaşadığım bir olaydan sonra bana bu hikayeyi ilham eden alemlerin Rabb'ine hamd ederim.

Günlerden bir gün evliya çok acıkmış. Hemen göl kenarında almış eline oltasını irice bir balık yakalamış. Balık elinde çırpınırken atmış hemen ateşe bir güzel kızartmış. Balığı tam ağzına götürmek üzereyken balık dile gelmiş.

- Ey evliya beni öldürdün, hadi ben kendimi geçtim, çocuğumu da öldürdün.

Evliya biraz hayret biraz da öfkeyle;

- Yahu madem dile gelecektin neden seni tuttuğumda söylemedin?

Balık, kendisinin imtihan olduğunun altını çizercesine;

- Elinde çırpındım ya, demiş ve bu hikayeyi bitirmiş...


11 Temmuz 2013 Perşembe

Get up, Stand up, Don't Give up to Learn


Hi Everyone,

I want to write in English sometimes, because some people send me mails that Google 
Translator sucks, please  publish your blog in English also. Ok then, here we go!

Yesterday evening when I was watching TV -that I rarely do this- I noticed that footballers need to develop their social skills. I will not generalize but rest of them in Turkey, unfortunately haven't educated at University. So, it causes some communication problems when they give reportage. They can't find the right words to express their feelings or opinions.
That's why, they always use the same words
If they win '' It was a tough game, we are happy to get 'three points', we present this victory to the supporters '' 
If they lose '' We are sorry, referee was wrong in his decisions, we will wait for the next game ''
If the score ties '' We could win the game, we deserved it but 'one point' is not bad ''

Except these reportages there are some fails. For example one of video from Turkey http://www.youtube.com/watch?v=GxVvgkX0uLE
And another of them from England
http://www.youtube.com/watch?v=_B_LF7THun0

After watching those videos, maybe some will feel sorry for them, but actually you shouldn't feel sorry for them. They have lots of time to learn whatever they want. The main problem for that, their life is not stable. Nothing is clear in their schedule, once they have trainings on Monday, once have not. Once they play match on Saturday, once they play on Sunday. That's why I don't want to be cruel while critisizing them. But it doesn't mean they should be lazy to learn, unfortunately, most of them think in vain to learn a new language, or to take a University diploma. Because, they are rich and they don't need to survive. If it is necessary to speak in English for them, they will hire a translator and pay for it, instead of learning and talking. This laziness causes them to lose their skills of communication and they talk nonsense when they make reportage.

Another problem of them, except laziness, they don't read enough. For example, look at actors and actresses or musicians, they are also not stable and most of them earn very well, but when you make reportage with them, you can see the difference of being cultivated.

I invite footballers to read more, learn new things except football training methods or tactics, because it is for sure that they will be regretful when they are retired.
So that, I decided to learn English while playing football, all my friends were teasing me. I had no chance to go a course and I bought some books and downloaded documents from internet and started to learn. When I had free time, I was with my books in my room. And when my friends see me with books on the bed, they were saying '' Oh, as if you would be a professor, why do you need a language? '' but now almost all of them try to learn English and ask me how I did it?

I did because I wanted. I did because I hate, people think that footballers are useless! And that's why I wanted to publish this blog, we are not useless, stop teasing us as we are. And you footballer! Get up and develop yourself, prove the world, you are not different than artists! And be a good example between footballers!

Thank you all my readers, send you a bunch of kisses...













1 Temmuz 2013 Pazartesi

Küresel Isınıyor, Ben Donuyorum


Yağışların azalması dünyanın tek endişesi haline gelmişken, sokakta yaşayan bir çocuğun mutluluk sebebi olmuştu.

Kader O'nun hayatını böyle yazmıştı. Sıcacık evinde mutlu yuvasının şımarık çocuğu olamayacaktı hiçbir zaman. Kendini, annesi sandığı bir kadının kucağında dilenme aleti olarak bulmuştu. Biraz daha büyüdüğünde trafik ışıklarında cam silen, para vermeyenlerin camına kirli suyu atıp kaçan bir çocuk...

Çocuktu, kimse O'nu ayağa kalkamayacak derecede dövemezdi. Böyle düşünüyordu...

Kış iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamış fakat yağış bırakmıyordu. Küçük adam her gece uyumadan önce dua ediyordu yağmur yağmaması için. Her zaman bir köprü altı ya da inşaat halinde bir yer bulamıyordu. O kadar çoklardı ki, O'na yer kalmıyordu çoğu zaman. Nihayet bir haftadır etrafı açık fakat kuytu bir köşe bulmuştu. Çöplerin hemen ardında beş metrelik bir kuytu. Duasını okudu ve yaktığı ateşin yanında uykuya daldı...

Koyu kahve rengiydi o sabah gökyüzü. Çocuk, trafik ışıklarına doğru yol aldı. Trafiğin yoğun olduğu ve ışıkların çokça zaman yayalar için araçları durdurduğu bir kavşakta beklemeye başladı. Derken ilk kırmızı yandı. Bir araca yaklaştı, olumsuz yanıt aldı. Gittiği bütün araçlar reddetmişti, üstelik para da vermeden. Karnı açtı, en azından karnını doyuracak kadar kazanıp gidecekti.
Kırmızı ışık yeniden yandı. Önünde duran son derece ihtişamlı lüks bir araçtı. Şoförün diğerlerinin aksine camı açıktı. Hemen koştu araca doğru ve camı silmeyi teklif etti. Adam istemedi. Çocuk adeta yalvarıyordu. Adam nihayet 'tamam' dedi tebessüm ederek. Radyo'dan haberleri dinlerken büyük bir neşeyle hızla camı parlatıyor, bir yandan da adama laf yetiştiriyordu. ''Küresel ısınıyor, yağmur yağmıyor diyorlar ama bilmiyorlar abi ben dua ediyorum o yüzden yağmur yağmıyor.'' Adam henüz yaktığı sigarasının dumanını üflerken yanan yeşille birlikte yavaşça hareket etti, parasını almak için cama yaklaşan çocuğa aldırış etmeden. Ve çocuk, kovasındaki kirli suyu araca doğru fırlattı, açık camdan içeri giren su tümüyle adamı ıslatmıştı. Neye uğradığını şaşıran adam araçtan inip çocuğu kovalamaya başladı.

Çocuktu, kimse O'nu ayağa kalkamayacak derecede dövemezdi. Böyle düşünüyordu...

Kendini çöplerin ardındaki kuytu köşesine attığında harap bir haldeydi. Vücudunda kırıklar vardı. Aldığı darbelerden oluşan yüzündeki kanlar soğuktan donmuştu.
Ateşini yakamadı, ayağa kalkacak gücü yoktu. Hava kararmak üzereyken öyle şiddetli bir yağmur başlamıştı ki bir anda her yer sularla kaplandı. Gök, yaşananlara ağlıyordu sanki.
Çocuk duasını okuyamadan uyudu. Sabah uyandığında iki tane adam başucunda ambulansı beklerken ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar, soru soruyorlar fakat yanıt alamıyorlardı...

Derken çocuk tatlı bir tebessümle ''Küresel ısınıyor, ben donuyorum'' diyor ve ruhunu gerçek Dost'a teslim ediyordu…