4 Haziran 2012 Pazartesi

Satılmamış Abbas'ın Satılmamış Medyası



Selam güzellikler. Evet, biliyorum neden bu hafta kitap önermedin diye soruyorsunuz. Hemen söyleyeyim canlar, bilmediğiniz gibi ben çalışan biriydim. Ta ki geçtiğimiz Perşembe gününe kadar. Haliyle işten ayrılık süreci biraz yazılarımın gecikmesine neden oldu. Bir diğer yandan yazmakta olduğum kitabımla uğraşırken aynı zamanda bir çok başka iş de yapmaktayım. Haliyle tam anlamıyla yazacak durumda olmadığım zamanlarda yazmaktan kaçınıyorum. Ama şu anda öyle deli bi form tuttum ki. Abbas Güçlü’ye ve satılmamış medyasına fena giydiricem hazır olun!

Misafir odasında oturmuş kitabımı okurken kulağım Abbas Güçlü’nün Genç Bakış’ına takıldı. Konuğumuz Kemal Kılıçdaroğlu. Bilmeyenleriniz için söylememe gerek yok dimi, hani medya çalışanlarının genelinde vardır ya bu ‘halkı aptal yerine koyma’ alışkanlığı. Hani çok ünlü birini bile tanıtırken, ‘bilmeyenleriniz için söylemekte fayda var’ deyip aslında herkesin gayet iyi bildiği boktan bi bilgiyi paylaşırlar. Bu her zaman vardır onlarda. Kendilerini hep üstün görürler fakat sorarsan ‘aa olur mu hiç canım, ben neysem oyum’ gibi kendilerince iç rahatlatıcı cümleler savururlar. Medya çalışanları derken bizim kameraman Nusret Abi’den bahsetmiyorum tabiki, garibim ne bilir öğle yemeğinde Dukan Diyetine uygun yengeç bacağı yemeğini. Saldırır kuru fasulye pilava, işte aslında ne ise o olan Nusret Abi’dir.

Bunların program sunucuları falan böyle manken gibi hatunlardır. Bilgilerinden çok güzellikleri ön plandadır. Zaten görsel medya neyi kullanacak kardeşim? Tabi ki, görselliği. Habercisi haberi vermez, haberi yorumlar. Daha doğrusu habercisi haberi verir, o haberi hazırlayanlar yorumlayarak halkın önüne sunar. Tabi her yayın grubu kendi açısından bu haberi yorumlar. Şimdi ana haber bülteninde amaç haber vermek midir yoksa yorumlamak mı? Haber vermek değil mi? Ama sen hiçbir zaman o haberin sadece verildiğine şahit olamazsın. Tabi konu önemli değilse yani taraf olan bertaraf olmayacaksa, mesela şu sıralar Suriye’yle ilgili yapılan bütün haberlerde ortak bir kızıştırma çabası var. Örneğin, Suriye sınırında yangın! Alevler Türkiye’ye ulaştı! Yangına müdahale edilmiyor!!! Edilemiyor değil, dikkatli oku, edilmiyor! Kim etmiyor? Aha bu ipne! Suriye! Vay ipne Suriye seni, oğlum lan 72 saatin var bak! Ettin ettin yoksa sıkarım topuklarına! Şimdi muhtemelen yarına bu haberin manşetinde yazanı okuyamayacaksınız ama şu anda benim de söylediğim gibi ‘yangına müdahale edilmiyor’ yazıyor al bak http://gundem.milliyet.com.tr/suriye-siniri-alev-alev/gundem/gundemdetay/03.06.2012/1548823/default.htm

Hangi gazete bu? Milliyet. Hmm iyiymiş. Bir zamanlar bu sevgili satılmamış Abbas’ın yayın yaptığı satılmamış Aydın’ın yayın organıydı. Medya çoklarının sahip olamadığı bir güce sahip değil mi? Tek başına değil elbette, kiminle? İktidarla. Hangi iktidar olursa olsun ilk olarak yapılan medyayı ele geçirmektir. Nasıl? Kalkıp silah zoruyla gel lan alıcam seni olmaz. Nasıl olur? Eh anlaşarak, uzlaşarak. Çünkü bu bir danışıklı dövüştür. Bir bakıma ticarettir. Ben eğer iktidarsam yani güç bendeyse, aslında benden daha güçlü olabilecek kadar tehlikeli bir medya silahını kontrol altına alabilmeliyim. Medyanın da işine gelir bu durum. Nemalanacakları bir iktidar en sevdikleri iktidar tipidir. Mesela çok basit bir örnek, büyük takımlardan birinin teknik direktörüsünüz. Antrenmanlarınızı basına kapalı yapıyorsunuz. Hem de hepsini, dolayısıyla basın mensupları takımla ilgili doğru bilgiye erişemiyorlar. Ne yaparlar? Yalan haber! Ya da bir maç mağlup olsun takımınız, söylenmedik laf bırakmazlar. Neden? Sen git ki, yerine gelen hoca bize açsın idmanları, biz de ekmeğimize bakalım dimi ama canım anlaşmak varken şurda ne diye tartışalım. Aynen bu örnekteki gibidir siyaset-medya ilişkisi. O yüzden sevgili satılmamış Abbascığım hiç boşuna yaygara yapmasın. Anlatıcam ne olduğunu dur acele etme, daha söyleyeceklerim bitmedi.

Yıllar önce bir KanalA çalışanı çalıştığım mağazaya geldi. Ayak üstü sohbet ederken sordum;  yani dedim ‘siz şimdi demokrasiden bahsediyorsunuz, iktidarın olumsuzluklarını gösterecek bir haber yapmanıza kanalınız müsaade eder mi?’  ‘Eh kem küm şey yanie tabi biraz sıkıntı, mıkıntı …’ ıkın yavrum evet biraz daha ıkın sıçacaksın birazdan. Eee dedim yani ne?  ‘Yani şey tabi ki yapamayız bunu.’ Dedim o zaman ne diye demokrasi çığırtkanlığı yapıyorsunuz? Siz insanları aldattığınızın farkında mısınız? Üstelik bir de İslam’ı kullanarak. Adam neye uğradığını şaşırdı haliyle. Müdürümüzün arkadaşı olduğundan olsa gerek yaygara yapmadı, siz benimle böyle konuşamazsınız gibisinden. Sadece müdürüme; ‘zehir gibi oğlan bu’ dedi gülerek o kızarmış yüzüyle ayrılırken mağazadan.

Bir başka örnek daha vereceğim yine kendi gözlerimle kulaklarımla şahit olduğum bir örnek. Allah’tan yazdıklarımın arkasında durabilecek kadar samimiyim kardeşlerim. Valla bak, o şöyle demiş bu böyle demişleri dinleyip yazmıyorum, konuşmuyorum. Size de tavsiyem budur dostlar. Yanlış da olsa kendinize ait düşünceleri paylaşın insanlarla. Ve şahit olduklarınızı. Şimdi benim babamın berberi 30 lu yaşlarda böyle ajans, cast vs. işlerine meraklı bi abi. Çocuklarını da kaydettirdiği bir ajansı var zaten. Neyse, günlerden bi gün, Kanal D’de yayınlanan bu Şanslı Masa adlı programa katılacağını duyduk. Nasıl yani? O program spontane gelişmiyor muydu? Hani biz bir masaya oturuyorduk sonra onlar oraya önceden konuşlanmış oluyorlardı, ee sonra? Sonra bizi seçiyorlardı sonra oynuyorduk, para kazanıyorduk. Böyle değil miydi yani? Değildi tabi. Ta en başında izlediğimde bu işin spontane olma ihtimali olamayacağını, tabi ki anlaşmalı amatör oyuncularla bu işi yürüteceklerini söylemiştim. Zaten söylediğim her şeye önce ‘komplocu la bu’ diye bakanlar sonra ‘baba haklıymışsın yeaa’ diyo. Maalesef benim babam da bunlardan biri. Velhasıl berber abimizin katıldığı programın çekimleri falan bitmiş, abimiz iyi iş çıkarmış ve büyük ödülün sahibi olmuştu. Ve aylar aylar sonra bir Cine 5 programında canlı yayında, o programın sunucularından biri olan Orçun Kaptan’a programın sunucusu sormasın mı ki, ‘yahu bu sizin program için bi söylenti var, orada yarışanlar aslında böyle castlardan falan toplama adamlarmış’ deyu. Ve bir tiyatrocu, bir sanatçı olan Orçun Kaptan ne yanıt verir? ‘ yeaaa yok öyle bişeeey, ben bazen yarışmacılarla öyle diyaloglar yaşıyorum ki, hangi cast oyuncusuyla öyle doğaçlama bir an yaşarsınız’ Evet, cevabımız gayet net. Yok öyle bişey! Sanatçısı bu hale geldiyse, yazık bu ülkenin geleceğine. Bak yeminle söylüyorum. Çok değil 10-15 sene sonra para kazanma hırsı uğruna yapılanlar o kadar ‘sanat’ için yapılıyormuş haline gelecek ki, bu ülke kim gerçek sanatçı, kim değil ayrımını bile yapamayacak. Manken şarkıcılardan bahsetmiyorum. Onların ayrımını yapabiliyorsunuz çok şükür, bir Müzeyyen Senar’la Petek Dinçöz’ü ayırabiliyorsunuz orada sıkıntı yok. Amma velakin önemli olan nokta, oyuncularda. Şimdi sen Şener Şen’le Orçun Kaptan ayrımını yapabiliyorsun evet, ama 15 sene sonra Orçun Kaptan vb. yeni nesil tiyatrocular şimdinin Şener Şen vb. oyuncularının yerini alacak. Ve sen o zaman kıyaslayacak birini bulamayacaksın. Çünkü doğru sandığın, dürüstlüğüne inandığın oyuncun, sana ekmek parası (biraz pahalı bir ekmek parası) uğruna sana doğruyu söylemekten çekiniyor. Yıllar sonra bunlar çoğalarak devam edecekler. Yazık sana üzülüyorum güzel ülkem.

Gelelim danaya. Dananın kuyruğuna. Ve koptuğu ana. Satılmamış Abbas’ın gençlerinden biri diyor ki; ‘medya satılmış sayın Kılıçdaroğlu …’ derken Abbas müdahale ediyor;  ‘Sana söz veriyoruz işte, konuş, başkana yağ yakmayı bırak sorunu sor, eğer sen bize satılmış diyorsan sen satılmışsın’
Zavallı genç! Sen gençsin ulan! Sen nasıl bi sinmiş gençsin de satılmamış Abbas’la tartışamıyorsun! Neyse heyecanlandı abisi sakin ol demeyin bana, zehir gibi olmaları gerekir onların. Ulan onların yaşındayken adamlar ülkeyi kurtarma derdindeydiler. Canlarını kaybettiler. Fatih’ler İstanbul’u fethettiler. O çok övünerek böbürlenerek izledikleri sinemalardan da mı ibret almaz bu gençler?

Aman birader çok şey istiyosun sende deme kardeşim, biraz kaldırsınlar başlarını face’lerden,tivitlerden, porno sitelerinden, tavlalardan, okeylerden, bataklardan, karı kovalamalardan, sahte solculuk oynamaktan, vatanı milleti kahve köşelerinde kurtarmaktan. Somutlaşsınlar! Konuşabilsinler! Tartışabilsinler! Hayatlarını vatanlarına feda etsinler! Aman nasıl olsa benin babam THY çalışanı değil, benim için sıkıntı yok, face’te ileti paylaşırım, tivitlerde durumu eleştiririm, giydiririm akapeye olur biter demesinler! Çünkü böyle yapmaya devam ederlerse, bugün kurtulduklarını düşündüklerinden yarın sorumlu tutulacaklar. Yarın benim gibi bir velet çıkıp babasının karşısına ‘baba sen neden bu ülkenin düzelmesi için herhangi bir adım atmamışken, şimdi oturduğun yerden ahkam kesiyorsun’ diyecek ve sen de dişlerini sıkarak geçmişe dönmek isteyeceksin. Ama üzgünüm dostum olmayacak. Maalesef olmayacak.

Satılmamış Abbas’a ben cevap vereceğim. Ey satılmamış Abbas. Sen program yapıyorsun yıllardır üniversiteleri dolaşıyor, vekilleri, bakanları, belediye başkanlarını konuk alıyor, onları önce bi dinletiyor, sonra da çabuk çabuk öğrencilerin sorularını alıyorsun. Şimdi bu sana göre medyanın, senin satılmayan medyanın halka konuşma fırsatı vermesi, öyle mi? Evet öyle. Peki öyle olsun.
Yazımın başında ne demiştim canlar, medya çok güçlü bir silah, iktidarlar ne yaparlar bu güçle uzlaşırlar, hatta bu güç biraz can sıkıyorsa onları biraz sıkı denetlerler! Her şey yoluna girer. Bakınız Aydın Doğan ve grubu. Şimdi bu iki gücün bir ortak yanı var. Nedir o? Halka söz hakkı vermek! Evet yanlış okumadınız. Yeter söz milletin! Yaygarasını başlatırlar, sanki bu ülkeyi yönetme iradesi milletteymiş gibi. Onlara sorarlar, ne yaparlar? Sorarlar. Evet mi hayır mı? Gayet basit bi soru dimi? Sonra ne derler, millet sözünü söyledi. Ulan milletin ne derdini dinledin, ne sıkıntılarını çözdün ne bişey yaptın, sordun soruyu aldın boruyu gittin. Millete verdiğin söz hakkı bu mu? Diğer bir güç olan medya çalışanlarından satılmamış Abbas ne yapıyor? Sorun diyor! Bak! Konuşun, tartışın değil. Sorun. Siz sorun, zaten hayatı sorulara cevap vermekle meşgul olan, işinin ehli olan, usta ‘siyasetçimiz’ yanıtlasın diyor. Sonra da pişkin bir şekilde medya değil sen satılmışsın diyebiliyor. Şimdi bu programın adı neden Genç Bakış kardeşlerim? Gençlerin bakışlarıyla falan ilgilenen yok ki orada. Zaten hemen hemen her tartışma programına çıkan kelli felli adamlar var. Her yerde nasıl konuşuyorlarsa öyle konuşmaya devam ediyorlar. Bir bakıma idman yapıyorlar.

Ve bugün iktidarıyla işbirliği içerisinde olan yazarlar, haberciler, yayın yönetmenleri, sunucular ve diğer medya çalışanları, gerçeklerin gösterilmesi için hareket etmediklerinden ötürü yarın en ağır cezalarla karşılaştıklarında yanlarında kimse olmayacak. Tıpkı şu anda Silivri’de yatan birkaç iyi gazeteci arkadaşları gibi…

Hiç yorum yok: