1 Ağustos 2012 Çarşamba

Paşa Beni Çok Sevdi


Koskoca bir Temmuz ayını geride bıraktıktan sonra yeniden yazıyor olmak kadar mutluluk verici bir duygu olabilir, emin değilim henüz ehehe. 

Vatani görev öncesi sıkı bi tatil yapıp, dinlendim, yenilendim. Malum olduğu üzre kısa dönem veya uzun dönem artık ne çıkacak belli değil, askerlik görevimi yaptıktan sonra 'adam' olmayı, iş güç sahibi olup yuva kurmayı düşünüyorum. Her ne kadar kabullenmesek de toplumun sana yaşattığı hissiyat budur. Askere gitmeyen erkek, erkek değildir derler...

Niye mi? İşte ben de bunu öğrenmek, yaşanan olaylara canlı tanıklık etmek istediğim için olay yerine gidiyorum. Mehmet Ali Birand? 
- Evet sevgili Mahmut seni duyabiliyorum, bize ıııı neler gördüğünü anlatabilir ıııı misin? ıııı. 
- Evet Birand, tatilden gelip evraklarımı Halıcıoğlu Askerlik Şubesine götürmeye gittim. Saat henüz 11:30'du ki dış kapı kapatılmış ve nöbet tutan askerle karşı karşıya gelmiştim. İşlemlerimi tamamlamak için geldiğimi söylememe fırsat vermeden 'kapalı hemşehrim, toplantı var' yanıtıyla karşılaştım. Yine bir soru sormama izin vermeden '13:30'da gel' demesin mi. Etrafa baktım, caddeler, araçlar, bunaltıcı, nemli ve sıcak bir hava var. Ben düşünmeye devam ederken, 'git karşı binada oturacak yerler var' dedi ve ben onun yaşadığı drama daha ilk günden tanıklık etmiş bulundum. Evet, yalnız kalmaktan, nöbet üzerine nöbet tutmaktan, artık karşılıklı konuşmaya ihtiyaç duymadan kendi sorup, kendi cevaplayan, kendince yorumlayan ve tavsiyede bulunan biri haline gelmişti. Bunları düşünmeyi bırakıp yanına yanaştım:
- Kardeşim bak içerde toplantı olmadığını ikimiz de biliyoruz, al sen beni içeri zaten benden başka bekleyen kimse de yok, olur da sorarlarsa, 'ben zaten işlemlerimi yapıyordum, fotokopi için çıkmıştım derim' dedim. 
- Vallaha ben bişey yapamam, dedi ve küçük bir barakada bulunan asker arkadaşına durumu anlattı. Arkadaşı olmaz, Albay'ın emridir 13:30! deyince, kabullendim çaresizliğimi ve iki saat beklemeye karar verdim. Yaklaşık 20 metre kadar yürümemiştim ki nöbetçi askerin bana seslendiğini duydum. Dönüp baktığımda sol eliyle bana gel-gel diyordu. Ona doğru giderken aklıma ölümden dönenlerin hikayeleri geldi. Bir ışık görüp, ak sakallı bir dedenin gel gel diye işaret ettiği sahne canlandı gözümün önünde. Gülümseyerek vardım askerin yanına. Beni içeri aldı barakadaki -daha kıdemli gibi duran- asker. Santrale telefon edeceğini söyledi. O anda beni oyuna getirdiklerini anladım elbette ama artık çok geçti! Asker, benim için Albay'ı arıyor ve 13:30'dan önce alabilir miyiz diye soruyordu! Yanıt tabi ki hayır olunca gülümsemeye devam edip ana avrat sövdüm içimden. 

İki saat boyunca diğer şubede olup bitenleri gözlemlerken, bir yandan da başıma gelecekleri hayal ediyordum. Sivil hayatta iki kelimeyi bir araya getirecek kapasitesi olmayan birinin askerde senin üstün olup sana vereceği emirlerin ne kadar sağlıklı olacağını sorguluyordum. Ama nafile, askerlikle ilgili anlatılan hikayelerden anlaşıldığı gibi, kışlaya girerken beynini kapının önünde bırakıyorsun. Sorgulamak veya mantık aramak gibi bir hadise yok. Hal böyle olunca çaresizce kabulleniyorsun başına gelecekleri. 
Düşünmeye devam ederken vaktin geldiğini fark ettim. Ve bilenler bilir deniz tarafına yakın olan şubeme doğru ilerlerdim. Kapıdaki nöbetçi değişmiş, barakadaki asker aynı ve kapı hâlâ kapalı. Nöbetçi asker beni görünce direk 'kapalı' dedi. Tabi ben artık iyice sinirlenmiş bir vatandaş olarak. 'Ne kapalısı kardeşim, 13:30 demediniz mi?' diye sordum. Nöbetçi asker diğer askere bakınca o götoğlanı! 'daha saat 13:30 olmadı' demesin mi! 
- Dalga mı geçiyorsun lan sen benle? Aç şu kapıyı delirtme beni saat geldi hadi işim gücüm var benim. 
- Ne dalga geçecam senle saat dolmadı koskoca askeriye senin saatine göre mi harekat edecak? Telefon gelecak içerden açacaz. 

Bozuk şivesi ve kahpe kişiliğiyle yarım dakika kadar kapının önünde beni ve diğer üç kişiyi daha bekletti o.ç.üstelik telefon bile gelmedi içerden.
Ve ben şubenin kapısından girerken anladım askerliğin nasıl bir sıkıntı olduğunu. 
Askerlikle ilgili anılarım mümkün olduğunca devam edecek, Birand? 


Hiç yorum yok: