6 Ağustos 2012 Pazartesi

Askerlik Öncesi Son Engel



Lisans mezunu asker adaylarımızın geçmek zorunda olduğu bir diğer adım da Statü Belirleme Sınavı’dır. Sınav öncesinde de tıpkı askerlik öncesinde olduğu gibi can sıkıcı açıklamalar duyacaksınız etrafınızdan. ‘Yaşanmış tecrübeler’ adı altında sunulacak. Bunlardan bazıları;

‘Oğlum ben böyle lanet bi yer görmedim. Sıraya diziyolar, soyunun diyolar ohoo daha neler yapıyolar neler…’
‘Kardeşim içeri giriyosun, oturmak istersen falan ‘kalk lan askeriye burası kafeterya değil’ diyolar…’
‘Bi tane uzun dönem asker geliyor, çök diyo çöküyosun, kalk diyo kalkıyosun. Mal gibi ne derlerse yapıyosun, öyle bi yer işte…’

Gibi onlarca sıkıntılı şey söyleyecekler. Ben de haliyle gerçekleri yazacağım. Sınav öncesi evrak işlemlerimizi halletmiştik. Gelelim sınav günü meselesine. 01-02-03 Ağustos’tan birinde gidebilirsin. Bana şubedeki memur üçünde git dedi, sanki özel bir anlamı varmış gibi. Birkaç kişiden de duyduğuma göre üçünde gidenlerin çoğu kısa dönem oluyormuş. Niye? Çünkü ilk iki gün ihtiyaca uygun bütün uzun dönemlerin yeri belli oluyormuş haliyle sen gittiğinde uzun dönem istesen de kısa dönem gidiyormuşsun. Güldüm tabi götümle. Askerlik kadar, bilinmediği halde herkesin bildiği başka bir yer daha bulamazsın.
‘Bir de öyle yoğun olacak ki, geceden sıra alıp bekleyenler var ben bilmem kaç bininciydim’ gibi sözler edecekler. Valla o geceden giden adamların zorunu bilmiyorum ama ben sabah gittiğimde 100 kişilik bir grup oluşturduk. Bu zorunlu bi durum, 100 kişi tamamlanana kadar işlemlerini başlatmıyorlar. Yaklaşık yarım saat içinde grubu tamamladık. Öğretmen olanlar ayrılacak. Onları bilmediğimiz bir yere götürüyorlar.

03 Ağustos’ta sırada beklerken bana anlatılan o zorlu sürecin aksine rütbelilerin yaklaşımı, konuşma tarzları korkulacak, çekinilecek bir durum olmadığına dair  beni biraz umutlandırdı. Sonrasında Nizamiye çıkış kapısına doğru yaklaşan bir grup askerin arasından bi tane ‘tinerci’ olarak adlandırabileceğimiz eleman başladı yüksek sesle konuşmaya. ‘Ben şuraya gideyimda bıraz pohşet alayım. Pohşetim khalmamueş.’ Ne oluyo lan şaka mı bu diye düşünürken asker kardeşimiz konuşmasına devam etti. ‘Biz burdaa bedeel ödüyoz bedeel’ Bütün kısa dönemler olarak ‘hassiktir lan’ diye iç geçirdik. Bana ne kardeşim okusaydın alla alla diye cevap veren de oldu ama duyamadık. Şimdi eminim evine gittiğinde bu anlattığım olayı kendi kahramanlık hikâyesi olarak duyuracaktır. İşte bu yüzden inanmıyorlar anlatılan askerlik anılarına. Ama güvenin bana, ne yaşandıysa o. (Poşet: Kısa dönem askerler için uzun dönem askerlerin kullandığı takma ad)

Sıralar oluşturulduktan sonra 150 metre kadar bir yol yürünüp kantine gelinir. Kantin alanında bulunan masalara oturulur ve oradaki ‘izin kağıdı’ olarak adlandırılan biri sizde kalacak olan 3 adet kağıt; isim,soy-isim,t.c. no., baba adı ve askerlik şubesi doldurulur, imzalanır ve masada hazır bulunan zarfın içine konmak üzere hazır bekletilir. Sonra evraklarınızı kontrol edip onaylayan memurlardan geçersiniz ve sırayla ‘aday numaranızı’ alırsınız. Aday numarasını aldıktan sonra gittiğiniz bir başka kantinde bir rütbeli size sorular sorar. Bunlardan bazıları, aranızda öğretmen var mı? Spor akademisi mezunu, enstrüman çalan, doğu ve g.doğu illerinde kardeşi şu anda asker olan, ailesinde şehit veya gazi bulunan gibi sorular sorularak aday numaralarınızı bütün evrakların sağ üst köşelerine yazmanız istenir. Sonrasında sekiz kişiden oluşturulmuş bir grup evraklarınızı gözden geçirir, onaylar, damgalar, imzalar, bantlar ve size teslim eder. Elinizde sadece sınavda kullanacağınız kâğıt kalır.

Sınav öncesinde dikkatimi çeken iki noktadan biri tuvaletler de ‘hela’ yazıyor olmasıydı. Diğeri ise iddaa oynayan uzmanlardan birinin ‘.mına soktuğumun takımı’ diye arkadaşına dert yanmasıydı. Yakışmadı uzmanım. Helayla ilgili şunu söyleyebilirim, abi kadının olmadığı bir yer olduğunu işte buradan anlayabilirsiniz. Tuvalet de neymiş, hela hatta ve hatta ayakyolu yazılabilir. Genç rütbeliler saygın ve otoriter görünüşlerinin yanı sıra anlayışlı davranıyorlar. Sıkıntısı olan makul bir dille anlatırsa karşılığını mutlaka olumlu bir şekilde alır diye düşünüyorum. Tabi tüm bu düşüncelerim henüz askerlik öncesi olduğu için, askerlik yapıp durumun benim düşündüğüm gibi olmadığını söyleyenler mutlaka olacaktır. Bakalım artık gidince anlaşılacak bir durum.
Sınavla ilgili detay verilecek bir durum yok. Türkçe ve matematik mantık ağırlıklı sorular. Kimilerine göre sınavın bir şeyi etkilediği yok, kimilerine göre birçok şeyi etkileyen aslında sınav sonucu. Dedim ya bilinmeyen bir durum, haliyle ben bir fikir yürütürsem, işe yaramayacak bir şey olsaydı yapılmazdı şeklinde gayet askerliğin doğasına uygun düz bir mantık yürütürüm. Gitmeden alıştım lan zorluk çekmicem galba eheh.

Yaklaşık üç saat kadar süren bu engel de aşıldıktan sonra evlere dönülür ve 10 Ağustos günü açıklanacak olan sonuçlar ve askerlik yapacağınız yer belli olur. Hayırlısı olsun artıkın…

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Paşa Beni Çok Sevdi


Koskoca bir Temmuz ayını geride bıraktıktan sonra yeniden yazıyor olmak kadar mutluluk verici bir duygu olabilir, emin değilim henüz ehehe. 

Vatani görev öncesi sıkı bi tatil yapıp, dinlendim, yenilendim. Malum olduğu üzre kısa dönem veya uzun dönem artık ne çıkacak belli değil, askerlik görevimi yaptıktan sonra 'adam' olmayı, iş güç sahibi olup yuva kurmayı düşünüyorum. Her ne kadar kabullenmesek de toplumun sana yaşattığı hissiyat budur. Askere gitmeyen erkek, erkek değildir derler...

Niye mi? İşte ben de bunu öğrenmek, yaşanan olaylara canlı tanıklık etmek istediğim için olay yerine gidiyorum. Mehmet Ali Birand? 
- Evet sevgili Mahmut seni duyabiliyorum, bize ıııı neler gördüğünü anlatabilir ıııı misin? ıııı. 
- Evet Birand, tatilden gelip evraklarımı Halıcıoğlu Askerlik Şubesine götürmeye gittim. Saat henüz 11:30'du ki dış kapı kapatılmış ve nöbet tutan askerle karşı karşıya gelmiştim. İşlemlerimi tamamlamak için geldiğimi söylememe fırsat vermeden 'kapalı hemşehrim, toplantı var' yanıtıyla karşılaştım. Yine bir soru sormama izin vermeden '13:30'da gel' demesin mi. Etrafa baktım, caddeler, araçlar, bunaltıcı, nemli ve sıcak bir hava var. Ben düşünmeye devam ederken, 'git karşı binada oturacak yerler var' dedi ve ben onun yaşadığı drama daha ilk günden tanıklık etmiş bulundum. Evet, yalnız kalmaktan, nöbet üzerine nöbet tutmaktan, artık karşılıklı konuşmaya ihtiyaç duymadan kendi sorup, kendi cevaplayan, kendince yorumlayan ve tavsiyede bulunan biri haline gelmişti. Bunları düşünmeyi bırakıp yanına yanaştım:
- Kardeşim bak içerde toplantı olmadığını ikimiz de biliyoruz, al sen beni içeri zaten benden başka bekleyen kimse de yok, olur da sorarlarsa, 'ben zaten işlemlerimi yapıyordum, fotokopi için çıkmıştım derim' dedim. 
- Vallaha ben bişey yapamam, dedi ve küçük bir barakada bulunan asker arkadaşına durumu anlattı. Arkadaşı olmaz, Albay'ın emridir 13:30! deyince, kabullendim çaresizliğimi ve iki saat beklemeye karar verdim. Yaklaşık 20 metre kadar yürümemiştim ki nöbetçi askerin bana seslendiğini duydum. Dönüp baktığımda sol eliyle bana gel-gel diyordu. Ona doğru giderken aklıma ölümden dönenlerin hikayeleri geldi. Bir ışık görüp, ak sakallı bir dedenin gel gel diye işaret ettiği sahne canlandı gözümün önünde. Gülümseyerek vardım askerin yanına. Beni içeri aldı barakadaki -daha kıdemli gibi duran- asker. Santrale telefon edeceğini söyledi. O anda beni oyuna getirdiklerini anladım elbette ama artık çok geçti! Asker, benim için Albay'ı arıyor ve 13:30'dan önce alabilir miyiz diye soruyordu! Yanıt tabi ki hayır olunca gülümsemeye devam edip ana avrat sövdüm içimden. 

İki saat boyunca diğer şubede olup bitenleri gözlemlerken, bir yandan da başıma gelecekleri hayal ediyordum. Sivil hayatta iki kelimeyi bir araya getirecek kapasitesi olmayan birinin askerde senin üstün olup sana vereceği emirlerin ne kadar sağlıklı olacağını sorguluyordum. Ama nafile, askerlikle ilgili anlatılan hikayelerden anlaşıldığı gibi, kışlaya girerken beynini kapının önünde bırakıyorsun. Sorgulamak veya mantık aramak gibi bir hadise yok. Hal böyle olunca çaresizce kabulleniyorsun başına gelecekleri. 
Düşünmeye devam ederken vaktin geldiğini fark ettim. Ve bilenler bilir deniz tarafına yakın olan şubeme doğru ilerlerdim. Kapıdaki nöbetçi değişmiş, barakadaki asker aynı ve kapı hâlâ kapalı. Nöbetçi asker beni görünce direk 'kapalı' dedi. Tabi ben artık iyice sinirlenmiş bir vatandaş olarak. 'Ne kapalısı kardeşim, 13:30 demediniz mi?' diye sordum. Nöbetçi asker diğer askere bakınca o götoğlanı! 'daha saat 13:30 olmadı' demesin mi! 
- Dalga mı geçiyorsun lan sen benle? Aç şu kapıyı delirtme beni saat geldi hadi işim gücüm var benim. 
- Ne dalga geçecam senle saat dolmadı koskoca askeriye senin saatine göre mi harekat edecak? Telefon gelecak içerden açacaz. 

Bozuk şivesi ve kahpe kişiliğiyle yarım dakika kadar kapının önünde beni ve diğer üç kişiyi daha bekletti o.ç.üstelik telefon bile gelmedi içerden.
Ve ben şubenin kapısından girerken anladım askerliğin nasıl bir sıkıntı olduğunu. 
Askerlikle ilgili anılarım mümkün olduğunca devam edecek, Birand?