4 Aralık 2015 Cuma

SANIRIM ÖZGÜRÜM

Kapıcı Kezban'ın Ümidi


Tam olarak yaşından emin değilim ama annemden belki bir yaş küçük belki bir yaş büyüktür. İsminin sonuna abla değil de başına kapıcı gelmesi ona duyulan saygının ispatıdır. Kapıcı Kezban.

Bir yaz akşamı, oturduğumuz dairenin en üst katındaki komşumuzun balkonundaydık. Bana göre balkondu ama büyük adamlar ona teras demişlerdi ve apartmanın en seçkin ailelerinin akşam çayını içtikleri, kadınların ucuz dedikoduları, erkeklerin ucuz kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı gerçek bir tiyatro sahnesiydi.

Bir gürültüyle aniden ayaklandı herkes. Arka mahallede bir eve odaklandık. Kapıcı Kezban’ın evi. Bağırışlar, küfürler, kırılan cam sesleri, imdat çığlıkları. Annemin işaret parmağını hafiften ısırdığını babamın kaşlarını kaldırıp dişlerini sıktığını görüyorum. Anlayamıyorum. Çocuk aklım ermiyor ne yaşandığına. O evde yaşayan çocuklarla arkadaşlık ediyoruz. Ağabeyim, Nesrinle ilgileniyor bende Melek’e karşı ilgi duyuyorum. Ama Melek benden iki yaş büyük olduğu için –ki bu yaş farkı küçükken çok önemlidir- bana pek karşılık vermiyor. Bir de Ümit var o evde. Beşiktaşlı Ümit. Yarın sokağa çıktığımızda biz hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam edeceğiz. Ama onlar? Onlar mutluymuş gibi yapacaklar, biz üzülmeyelim diye ya da bizden çekindikleri için. Çünkü şeker hastası ve değneklerle yürüyen babalarından yedikleri dayaklardan o kadar çok yıpranmışlar ki, yanlarında ellerimizi şaklatsak korkuya kapılıyorlar.


- Neden böyle anne?
- Bilmem oğlum.
- Yazık değil mi? O adamı hiç sevmiyorum. Zaten sakat, iyice bi dövelim bi daha yapmaz. 
- Şşş sen karışma bakıyım büyüklerin işine, deyip susturdu beni Aynur teyze.

İçimde adama karşı büyük bir öfke duyuyordum. Abim ve arkadaşlarının yanına gidip. Adamı dövme planımı anlattım ama korktular. Babalarımız bizi döver diye korktular. Planım suya düşmüştü ama bundan böyle Ümit’i korumam altına alıyorum düşüncesine kapıldım. Mahallenin lideriydim ne de olsa. Arka mahalle bizim alanımız olmasa da orada da saygıyla karşılanan bir çocuktum. Gücümü babamdan ve ağabeyimden alıyordum. Korkusuzdum. İşler ters giderse beni kurtarırlar düşüncesi beni daha da cesur kılıyordu. Ümit’te ve ablalarında olmayan şey işte tam da buydu. Babasının şiddetinden dolayı içlerine kapanmış, sinmiş ve çaresizlikten başka bir şey hissetmeyen çocuklardı. Bizi onlardan daha güçlü yapan şey kaderlerimizdi belki.

Kendinden büyüklerin sürekli ayak işleri için kullandığı Ümit’e bunu yapmaması gerektiğini söylediğimde yaşadığı endişeyi aklımdan çıkaramıyorum. O minik gözlerdeki korkuyu gördüm. Unutamıyorum.

- Korkma olum, lan sen onların hizmetçisi misin? Bırak sigarasını kendi alsın. İbne herif kendi kardeşini bakkala göndermiyor seni gönderiyor. 
- Ya bi şey olmaz alırım.
- E iyi sen bilirsin.

Sinirlenmiştim. Onu savunmaya aldığımın farkında olmadığı için bana güvenemiyordu. Üstelik benim de karşı çıktığım adam mahallenin delilerinden Yüksel’di. Hemen herkese bir şekilde korku salmıştı. Son zamanlarda onların mahallesinde görünmemden rahatsız olduğundan benim yaşıtlarımla aramı açmak için bin türlü oyun oynuyordu. Nihayet bir gün Ümit’i görmeye gittiğimde çocuklardan biri ‘’bir daha bu mahalleye gelme lan’’ dedi. Yüksel ve diğer çocukların gözü önünde –kaderin de bir cilvesi diyelim- kafasını Ümit’in apartmanın merdivenlerindeki demir korkuluklara sokup dövdüm çocuğu. Sonra Yüksel’e doğru döndüm. Yüzünde pis bir gülümseme vardı. Ümit’in omzuna elimi atıp bizim mahalleye götürdüm. O günden sonra Ümit bana daha çok güvenmeye başladı ve Yüksel’in ayak işlerini yapmayı bıraktı. Yüksel de bizim mahalleye daha çok gelir oldu. Beni de baya sevmeye başladığını görüyordum. Köpekleriyle oynamama izin veriyordu ki başka çocuklara izin vermezdi.

Zamanla Kapıcı Kezban’ın evindeki kavgalar azaldı. Bazen iki haftada bir bazen ayda bir duyardık seslerini. Bir gün apartman yönetimi günlük merdiven silme işinin haftada bir kez yapılmasını kararlaştırdı. Ve okul dönüşü Kapıcı Kezban’ı merdivenleri silerken gördüm.


- Kolay gelsin Kezban abla.
- Sağol canım benim, çok teşekkür ederim. Gel sana bir sarılayım.

Çamaşır suyu kokan eteği ve ıslak elleri arasında kaybolmuştum. Gözleri doluydu. Hani dokunsan ağlayacak noktası var ya, işte tam oradaydı. Yutkundu. Başımı okşadı. Eve giderken hayırdır lan niye beni böyle sevdi ki bu kadın şimdi diye düşünüyordum. Yıllar sonra bu olayı anımsadığımda ya oğlunu koruduğum için ya da ona Abla dediğim için bana öyle sarıldığını düşündüm. Çünkü onu küçük büyük herkes Kapıcı Kezban olarak çağırır, kimse saygı göstermezdi.

Yıllar geçtikçe çocuklar birbirlerinden uzaklaştı. Artık birlikte oyunlar oynanmıyor, sadece karşılaşıldığında selam veriliyordu. İşte dışarıda büyümemizi bekleyen dünya, bizden saflığımızı, mutluluğumuzu alacak ve sahte mutluluklar satmak için mücadele etmemizi ya da ona hizmet etmemizi isteyecekti. Evet, tam orada bekliyordu. Hepimizi yarışlara sokacak olan dünya, Ümit’in küçük kalbinin daha fazla yorulmasını istememiş olacak ki onu aramızdan aldı. Beşiktaşlı Ümit, yüreği büyük Ümit.

Cenazesinde annesinin yorgunluk ve çaresizliği her halinden belli oluyordu. Belki yıllardır oğlunun büyüyüp babasına karşı annesini savunacağı günleri hayal ediyordu. Ama olmadı.
Dünya üzerinde doğal mı yoksa insan eliyle mi yapıldığını anlamak da güçlük çektiğim bu kast sistemi Kapıcı Kezban’ı asla ama asla Kezban Hanım yapmayacak. Toplum ona hep acıyarak bakacak. Ve bir süre sonra sadece bakacak. En sonunda ise hiç bakmayacak. Bilirsiniz ‘’Körler imparatorluğunda gözü olmayan adam kral olur’’


(hayat, devam edecek…)

Hiç yorum yok: